9 Ocak 2015 Cuma

Yaş(lar)ımız...


1. Temelde/öncelikle, hiçbir yaşımız yok(tur)!

2. Çevrenin, öteki kişinin algıladığı/yorumladığı yaş.

3. Duyumsanan/hissedilen/düşünülen/istenilen yaş(lar). [Zihin yaşı, enerji yaşı, coşku yaşı vs. gibi.]


4. Yoğunluk yaşı. [Deneyim ile, yaşamın getirdikleri ile gelinen yaş.]


5. Ön kabul olarak, bazı açılardan algıda/yorumda ilişkilendirilmeye "yarayan" kayıt/"doğum" yaşı.


6. Sabitlenmiş, belirli bir yaşta durdurulmuş yaş.

( Kişilerin yaşı, arada belirli bir yakınlık, sohbet/muhabbet, hukuk olmadıkça, sorulmaması gereken sorulardan biridir.[Bay/Bayan fark etmez!] Kişi, kendi paylaşmak istediğinde öğrenilecek bir konudur/ayrıntıdır. Kişiler, sorulduğu için yanıtlamak zorunluluğunda bırakılmamalıdır. )



KAFKASLAR'DA YAŞLAR: 0-40 ve 40-70 ve 70-110 ve 110 ve üzeri
( Çocuk. VE Delikanlı. VE Olgun. VE Yaşlı. )
( Özellikle cirit oyunlarında uygulanır. )





Hiç Kimse...


* Varoluşundan şüphe edemez ve varoluşunu inkâr edemez.


* Kendisi için rahmet okuyamaz.


* Dirseğini yalayamaz.


* Gölgesinin dışına zıplayamaz.


* Ayak parmaklarından birini ötekilerden ayrı olarak bükemez.
[ Biri bükülmek istendiğinde hepsi bükülür. ]


* Duymak istemeyen kadar sağır, görmek istemeyen kadar kör, 
anlamak istemeyen kadar âciz, yapmak istemeyen kadar âtıl olamaz!


* Yalnızken, dengede değildir.


* Üçüncü kişi olmayı kabul etmez/edemez!
[ Üç kişi biraradaysa, bir kişi orayı terk etmelidir! ]


* 'nin terazisi, bir başkasını tartmaya yetmez!


* Bulunmaz Hint kumaşı değildir!




"KARIŞMAK": NE YAPMAYACAĞI/NA / SÖYLEMEYECEĞİ/NE değil NE YAPTIĞINA/SÖYLEDİĞİNE


Kişilerin ne söyleyeceğini ya da yapacağını söylemeye, "müdahale" ya da "karışmak" denilebilir (belki ve çoğu şey için). Fakat ortak olan kavram, ifade, durum, davranış ve tutumlarda, toplumsal birlik, düzenlilik ve sürekliliğin sağlanması için gerektiğinde, hepimizin, birbirimize neyi yapamayacağını/yapmayabileceğini söylemesi kabalık ya da karışmak değildir!

Birine, ne yapmayacağını söylemek/anlatmak/göstermek, karışmak değildir! 
["Karışmak" sözü/sözcüğü, yapılacak yanlış ya da doğru olan eylem/söz için kullanılabilir ancak.]




EŞİTLİK değil/yerine/< ADÂLET


Adâlet, güçsüzün hakkının/haklarının savunulması/korunmasıdır. 
Lâyık olana, lâyık olunanı vermek/verebilmektir.

Kişilerin eşitliği, adâletin [en kısa sürede] sağlanması için [tüze/hukuk önünde], tıpta ve yani hâkim, hekim ve hakem önünde geçerlidir. [Kişilerin, ille de bir farkı olacaksa/"oldurulacaksa", sadece bilgileri/bildikleri/marifetleri iledir/kadardır.]

Adâlet ancak hakikatten, saadet(sürekli mutluluk) ancak adâletten doğabilir.






ADÂLET DAİRESİ

Adâlet, dünya barışının temelidir.
Dünya bağının sınırlarını devlet belirler.
İşte bu devlet duvarını inşâ edecek, devlete düzen sağlayacak olan hukuktur.
Siyasi güç olmaksızın hukuk, yaptırımlarını yerine getiremez.
Siyasi gücü, askeriye korur.
Askeri gücün yaşamasını ekonomi sağlar.
Ekonomik gücü halk sunar.
Halkın birliğini sağlayacak olan ise adâlettir.



Adl'dir mucib-i salâh-ı cihan
Cihan bir bağdır, divan devlet
Devletin nâzımı şeriattır
Şeriata olamaz hiç hâris illâ mülk
Mülk zabteylemez illâ leşker
Leşkeri cem edemez illâ mal
Malı cem eyleyen raiyettir
Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl.







HUKUK DAİRESİ


Temel ve fiziksel koşulların sağlanmasıyla gövdemizin gereksinimlerini çözmüş oluyoruz. Öteki varolanlardan ayrıştığımız özelliğimizle zihinsel koşulların da sağlanması gerekiyor. Bu koşulların da çok sayıda ve çok daha geniş alanlarda konu edilebileceğinden dolayı bazı sınırlandırmalara gereksinimi vardır. Bu sınırlandırmaları da belirli ölçüler ve dengelerle sağlamak gerekir. Tam bu noktada, hukuk, adâlet, özgürlük ve meşrûiyet başlıkları devreye girer.

Yaşamın, çeperdeki 360 (milyon) derecenin/noktanın ya da kişinin bulunduğu dairenin,
tek bir merkezi vardır. O da ancak, 
adâlettir. Bu, atmosferdeki ve yeryüzünde bulunan merkezdir.(1)

Adâletin merkezinde ya da temelindeki magma tabakası ise rızâdır.(4) Eşitlik değildir! 
Rızâ
, öncelikle bilgi/haber sahibi olmayı/kılmayı sağlayarak gerçekleşebilir. Başka bir deyişle, rızânın ilk ayağı, dayanağı ve kaynağı, bilgi/haber verme ya da almadır.
( Adâletin kaynağı da, hedefi de,  durumdaki/olaydaki ilgili iki kişiden birinin, eğer çok sayıda kişi varsa hepsinin rızâsıdır. Adâlet, insanı (haklarını/hukuku) ve de kişinin/kişilerin rızâsını almaktır! Ya da kişinin/kişilerin rızâsını alabilecek/alacak biçimde düşünmek, konuşmak, hareket etmek ve yaşamaktır. )

Çeperde bulunan noktaların birleştirilebilmesi, ilişkide olabilmesi ve kalabilmesi, dairenin sınırlarını gösterebilecek çizgi/sınır çekilmesiyle yani tüze(hukuk)(2) ile sağlanır. Bu daire/alan içinde, adâlet ile hukuk arasındaki patika yolların oluş(turul)ması, olmazsa olmazımız olan özgürlüktür.(3) Özgürlük yolları(mızı) sağlamlaştırabilmek ise geçerliliğin(meşrûiyetin) nitelikli, ortak araçları ve koşulları(hareket/spor, felsefe, bilim ve sanat) ile sağlanabilir.


HUKUK DAİRESİ


 




YAŞAM:
ADÂLET ve/||/<>/< RIZÂ[BİLGİ/HABER]
( Bilgi/haber vermek, rızânın; 
rızâ, adâletin; 
adâlet de yaşamın temeli(nde)dir/merkezi(nde)dir. )

----------------------------------------------------------

Özgürlük, kişinin, 
"canının istediği gibi davranması" değil
istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasıdır.





"Rızâ" başlıklı yazının tamamını şu adreslerden okuyabilirsiniz...




BEN / SEN: HEDEF değil HİTAP


"Ben" / "Sen" sözcükleri ve kullanımı, bir hedef değil hitap aracıdır!

Yaşamımızdaki bazı/birçok şey (bu/şu/o),
"benim/senin/onun için böyle/şöyle/öyle!"
"bana/sana/ona göre böyle/şöyle/öyle!"
ya da
ben/sen/o,
"öyle istiyorsa öyledir"
"öyle düşünmüyorsa öyle değildir"
gibi maalesef çokça kullanılan zırva ifadelerle hareket noktası oluşturulamaz! Yani kişi(kendi ya da başkaları), kendinden ve/veya başkalarından hareket ederek bir sonuç alamaz, yargıda bulunamaz/bulunmamalıdır.

Bu tür, "ben/sen/o" ifadeleri, hitap için kullanılmak yerine bir hedef olarak hiçbir şekilde kullanılamaz. Bu "yaklaşım" ya da "ifade tarzı", öznellikle, demokratlıkla ya da "faşizmle" hiçbir şekil ve koşulda bağlantılandırılamaz/bağdaştırılamaz ya da indirgenemez de!

Son yıllarda, özellikle de sinema/dizi, kitap ve internetin, bilimsel ve/veya kişisel araştırma ve yayınların, ülkemizde ve dünyada hızla yaygınlaşmasıyla, Amerika/Avrupa zihni ve diliyle yazılmış kitaplarda/filmlerde çokça kullanılan "Ben/Sen" sözcüklerinin etkisiyle de, ülkemizde, bazı/çoğu kişi tarafından yanlış/yamuk bir şekilde düşünsel çabası/becerisi yetersiz ya da benmerkezci kişilerin zihnine ve diline yerleşmiştir maalesef. 

Toplum olarak bir anda düzeltilemeyecek olsa da, bireysel olarak yeterli bilgi ve bilinçle çok şey değişebilir/değiştirebiliriz. Seninle ve sözcüklerini değiştirmekle başlayarak!...

Düşüncenin üstesinden gelemeyen, düşünenin üstesinden gelmeye çalışır.



KİŞİ/BİREY ve/değil/yerine KAVRAM/DURUM/OLAY


Bazı durumları yaşayan/deneyimleyen değil o durumu kim yaşarsa yaşasın, 
aynı süreç ve sonucun deneyimlenebilecekleri esastır, önceliklidir! Kavramlar, durum ve olaylar, hepimiz için ortak ve eşit bir konumdadır. Olaylar, gereksinimler, kişilere göre değil konulara, durumlara göre değerlendirilmek zorundadır.

Günlük yaşamdaki durumları, kişiler üzerinden değil ortak konularla, kavramlarla, olaylarla ya da düzenin geliştirilmesi için düşünmek ve konuşmakla başlamak durumundayızdır.  Öncelikli olan da kişilerden hareket ederek değil hepimiz için geçerli olan noktalardan yola çıkmaktır.

Dolayısıyla, "kime göre", "bana göre" sözlerinden, "sen-ben dili" içinde oluşan/oluşacak çatışma ve didişmelerden uzak durarak, ortak alanın/konuların öncelikli kılınması, o ortak alandaki paylaşılabileceklerin, yaşanabileceklerin dikkate alınması ve bunun öncelikli olduğunu sürekli anımsayarak/anımsatarak, kavramları/olayları öncelikli kılacak bir dil kullanmak zorundayızdır.

Kişiler arasında kıyas yapmadan, köktenci ve toptancı yaklaşmadan, genellemeden, indirgeyici ve özdeşleştirici tutumlar sergilemeden, saldırmadan ve içi tamamen boş "söz"ler söylemeden, kavramların bize değil bizim kavram, olay/olgu ve durumlara bağlı olduğumuzu anımsayarak düşünmemiz ve hareket etmemiz gerektiğinin bilinci ve isabetlilikleriyle yaşamayı yeğlememizin süreç ve sonuçları da istediğimiz/beklediğimiz gibi hepimizin koşul ve çıkarlarına uygun olacaktır.

Kişiyi, kavramsallaştırma! Kavramı, kişiselleştirme!
[ GENEL ile ÖZEL'i de karıştırma! ]



8 Ocak 2015 Perşembe

Güdülenme ve Sabır


Yaşam, Güdülenme(motivasyon) ve Sabır üzerine işlemektedir.

Herhangi bir işe başlarken çeşitli nedenlerle zihinsel hareketlilik başlatılır fakat uzun süren/sürecek işlerde ancak bir yere kadar yeterli olur. Güdünün tükenmeye başladığı noktada sabır devreye girer/girmelidir. İşin süresine, zorluğuna göre sabrın da yetmeyeceği noktaya gelinir. Sabrın tükendiği noktada da işin tamamlanması noktasına yaklaşılmıştır ve sona yaklaşmış olmanın güdülemesiyle de süreç/iş tamamlanır.



GÜDÜ(LENME) ve/> SABIR (< GÜDÜLENME)



Yaşam, [özellikle insan için] <GÜDÜLENME <> SABIR <> GÜDÜLENME> üzerinedir!
 [ Yin-Yang'ın da iki ayrı ve içiçeliğini yansıtan en verimli yaklaşımlardandır ]







YİN ve/<> YANG

İnsanlığın ilk simgelerindendir. ( İlki EL [çizen araç] olarak kabul edilir! [Eller beynin uzantısıdır!] )

Tüm insanlığa aittir!


Herhangi bir disiplinin ya da kültürün [özellikle Uzakdoğu'nun], tekeli altında kalamayacak kadar ortaktır.


Uyum, bütünlük ve dengeyi simgeler. (Zıtlıkla ya da "Her iyiliğin içinde kötülük, her kötülüğün içinde iyilik vardır" gibi basit tanımlarla tanımlanamayacak kadar derinliği olan bir simgedir!)

Aynı zamanda insanı, duruşunu, omurgayı simgeler!


Varolanları, yaşamı, olan biten herşeyi simgeleyebilecek kadar yalın ve sadedir.















"Batı" / "Doğu" "kültürü" yerine ...


Ağırlıklı olarak,
"Batı kültürü"nde "düşünen", "yaşayan" kişiler, sağırdır.
"Doğu kültürü"nde 
"düşünen", "yaşayan"lar ise kördür.

Batı zihninde yaşayanlar, "sağır olduklarından" dolayı, birbirleriyle [göstererek/işaret ederek] görsel dille iletişim ve paylaşımda bulunurlar. [ Doğu'nun söylediklerini, anlattıklarını bilgeliklerini duy(a)mazlar. ] 
( Sağ yarımküre ağırlıklıdırlar. ) ( Hermetik.[Mısır] kökenlidirler. )

Doğu zihninde yaşayanlar, "kör olduklarından" dolayı, birbirleriyle [ses ile] sözel/şifai dille iletişim ve paylaşımda bulunurlar. [ Batı'nın gösterdiklerini, tekniğini, bilimini gör(e)mezler. ]Sol yarımküre ağırlıklıdırlar. ) ( Sanskrit.[Hindistan] kökenlidirler. )

İki kültürü de birbiriyle karıştırmamak ve/fakat birleştirmek gerekir.

Anadolu kültürünü özümsemiş kişiler ise hem Batı'nın, hem de Doğu'nun değerlerini/olanaklarını, 
körlük ya da sağırlık yaşamadan, biraraya getirebilmiş ve getirebilecek nadir kültürlerdendir.

KÜLTÜR: Üretim-Tüketim-Paylaşım

KÜLTÜR[< CULTURA < COLERE/CULTIVARE]: Toprağa işlemek, toprağın işlenmesi/sürülmesi. | Bakmak, yetiştirmek.



"Her şey / Hiçbir şey" DEĞİL!


"Düşünür" ve/veya konuşurken... 

"Her şey, her şeyle" dolaylı ve keyfî olarak ilişkilendirilebileceğinden,

"Hiçbir şeyi, hiçbir şeyle" doğrudan ve dayatmadan ilişkilendiremeyeceğimizin 

anımsanmasıyla, düşünenin ve konuşanın sorumluluğuyla ve özeniyle başlar (")her şey(")!

Hiçbir şeyi, sadece ve tek başına, "her şey" olarak düşünemez ve dillendiremezsin.

Çocuklara, yaşlılara ve bilgisizlere yetişemezsin!
(Her zaman ve koşulda, dayanakçasız ve takipsiz sözleriyle, saldırılarıyla) 

Senden bir adım "öndedirler!"




"Böyle ... Böyle ..." DEĞİL!


"Öyle" sözü, oradaki, zihindeki ve paylaşılmaz olan/lar için kullanılır.

"Böyle" sözü ise buradaki olarak, görünür ya da görünüyor varsayarak yanlış ve fazla bir biçimde kullanılır. Ciddi bir anlatım bozukluğudur.

Konuşma sırasında araya giren gereksiz, yerli-yersiz, "Böyle ... böyle ..." eklemelerine dikkat edilmeli, sakınılmalı/kaçınılmalıdır, yer verilmemelidir, hiç kullanılmamalıdır.

Kendi zihninizdeki süreci, "Böyle ..." sözcüğünü kullanarak zihninizdekini
"gösterebildiğiniz"den ve/veya "anlatabildiğiniz"i düşünmekten vazgeçmek, uzaklaşmak gerekir.





Ne yapabilirim?


Ne/ler Yapabilirim?
[Olağan koşullarda, yalın haliyle, her zaman için!]

Tüm olumsuz koşullara Karşın Ne/ler Yapabilirim?
[Olumsuz koşullarda ve her zaman için!] 

( Bu olanaklar(ım)la ... ) 
Daha Ne/ler Yapabilirim?
[Olumlu koşullarda ve her zaman için!]

Senin için Ne/ler Yapabilirim?

[üç koşulu da ayırabilen ve anlayabilenlerin erişebileceği noktadır!]




YAPMA!: EMİR değil KOLAYLAŞTIRMA/HIZLANDIRMA


Bilenlerin/deneyimlilerin/büyüklerin, "... Yapma!/Etme!" sözleri/öğütleri,

bir yasak/engel/kısıtlama değil yapılmayacakların kolay ve daha az olmasından dolayı,

deneyimlerinden yararlanılmasını istedikleri içindir.

Hemen, buyruk/emir olarak algılanıp tepki göstermemekte yarar vardır!




NE YAPACAĞINI BİLMEK ve/değil/< NE YAPMAYACAĞINI! BİLMEK!!!


Ne yapman gerektiğinden çok, önce ne yapmaman gerekiğini bil, yeter. Çoğu zaman ne yapman gerektiğini bilemeyebilirsin, fakat ne yapmaman gerektiğini her zaman çok iyi bilebilirsin.


İsabet ve kesinlik tutturulamayabilir. VE/DEĞİL/< İsabet ve kesinlik üzerinedir, kolaylıkla sağlanabilir, tamamen uzlaşımsal ortak bir hareket noktası sunabilir.

------------------------


Kendini gerçekleştirmiş, saygın ve önemli birine sormuşlar:
Nasıl bu noktaya geldiniz?

Yakınlarında bulunan bir kişiyi göstererek,
Herşeyi ondan öğrendiğini söylemiş.


Çevresindekiler, hayret içinde ve inanamayarak demişler ki:

- Nasıl olur? O işaret ettiğiniz kişi, her türlü, düzenbazlığı, yalanı, rezilliği yapan biridir.

Yanıt: Heh işte! O ne yaptıysa, ben yapmadım!


------------------------

Yaşamda bilinmesi gereken en öz, temel/özet bilgi!

Sürekli takılı kalması gereken iki küpe!... 


[ Her yapacağın işi ya da söyleyeceğin sözü, s
aniyenin milyonda biri kadar bir süre düşünerek, farkındalıkla yaparak/söyleyerek!... ]


Bir şey ki, yapmasan da olur, YAPMA!

Bir şey ki, söylemesen de olur, SÖYLEME!





BÜTÜN değil/yerine TÜM


Bütün, ("Parçaların biraradalığı", "Bütünlük", "Entegrasyon/Integration/Integrity") anlamını taşıyan bir sözcüktür.
Tüm ise, (İngilizce "Whole/All") ile karşılık bulur. Parça parça olsa da, çeşitli oranlarda eksiklikler de olsa istisnasız ve ayırımsız, tamamıyla/tümüyle kapsamadır.

Bütünden, bütünlükten bahsediyorsak parçalar ve çoğul eki olan -lar var ise "bütün ...lar" kullanılmaz! 

"Bütün elmalar, bütün insanlar, bütün arabalar, bütün kitaplar", olmaz! Parçalarının ayrı ayrı kullanılma durumu olmayanlar için gereksiz/yersiz/fazladan bir sözcüktür "bütün".


( Bir saksıdaki çiçeğin tüm yaprakları söz konusuysa, "bütün yapraklar" denildiğinde, --her sözcüğün, kendi anlamını taşıdığı bilgisiyle--, ucu sararmış/kırılmış, bir parçası kopmuş yapraklar konu dışı bırakılmış olur, ki aslında biz, tamamı, hepsi demek istiyoruzdur. )

"Bütünden Gelim/Bütüne Varım" olmadığı, "Tümevarım / tümdengelim" şeklinde olduğu gibi!

EN ÖNEMLİ/LER ve/veya OLMAZSA OLMAZ/LAR



KULLANILAGELEN/LER

1.) SAĞLIKÖZGÜRLÜK
2.) ZAMAN ve ENERJİ
3.) BİLGİ ve FARKINDALIK



UYGULANAGELEN/LER

1.) DOĞA ve DOĞALLIK
2.) UYUM ve BÜTÜNLÜK
3.) GELİŞİM ve DEĞİŞİM



EN TEMELDE!!!:


KOŞULSUZ SAYGI ve SEVGİ!!!
( "EĞER"SİZ, "ÇÜNKÜ"SÜZ, "AMA"SIZ; "KARŞIN/RAĞMEN"Lİ SAYGI / SEVGİ )

KIYAS yerine KARŞILAŞTIRMA


Tanım/Örnek: Kıyas, y
apılan tablonun/karşılaştırmanın altına ekleme/yorum şeklinde göreceliliği, sınırlılığı ve kısıtlılığı potansiyelinin gözardı edilerek bir değerlendirme yapılması.(sınırı aşmak/bilmemek). 

YERİNE

Karşılaştırma ise bir sayfanın ikiye bölünerek, iki ayrı olgunun/kavramın kendi özelliklerinin, iki ayrı sütunda sadece veri olarak dizilişi ve öylece yorum eklemeden bırakılması.

Sonuç: Kıyasın değil, karşılaştırmanın daha yerinde, arı, saf, doğru olacağı ve kıyas yapmama gerekliliği.


( Nispet. İLE/YERİNE Oran. )
( TO COMPARE with COMPARISON )
( COMPARISON instead of TO COMPARE )

7 Ocak 2015 Çarşamba

Polemiğe girelim!


Polemik, tartışma, "söz dalaşı" ya da atışma değil "yazılı olarak tartışma, değerlendirme" anlamına gelmektedir.


Eski deyimiyle de, "Yazı ile bildirilmesini isteme" anlamına gelen, İSTİŞ'ÂR[çoğ. İSTİŞ'ÂRÂT] kullanılmaktaydı.

Sözlü iletişimde, zihni ve düşünceyi, kavramı ya da olguyu aktarma ve paylaşmada ve özellikle de düşünce ayrılıklarındaki savların konuşulması ve tartışılmasında, yetersizlik ve (kolay/tam) takip edilemezlik durumu oluşur/oluşabilir.

Buna engel olmak için, düşünülen, savunulan şey üzerindeki savların ve ayrıntıların, yazılı olarak sunulması, olası savrulmaları da engelleyebileceği yöntem(ler)le yani yazıyla çözülebilir.


Ayrışma/tartışma konusu, yazılı olarak sunulduğunda ya da alındığında, hem kişinin kendi düşüncelerini ve ayrıntılarını, yazı aynasında tekrar (tekrar) değerlendirilebilmesi, hem de ötekinin sözünü/savını doğru/yetkin/kapsamlı takip edebilme ve anlayabilme olanağı sağlanmış olur.


Dolayısıyla, "polemiğe girmeyelim" deyimi, tam aksine, ""bu konuda, polemik yapmalıyız" şeklinde ve daha doğrusu da "bunu, karşılıklı olarak yazılı şekilde sunmalı ve tartışmalıyız" şeklinde olmalıdır.


MÜNÂKAŞA[< NAKŞ] ile/değil/yerine İSTİŞÂRE[< ŞÛRÂ]
( Atışma, çekişme. | Tartışma. | İrdeleme. İLE/DEĞİL/YERİNE Yazılı olarak bildirilmesini isteme. )

Bacak/el Sallamak İLE/DEĞİL/YERİNE Beklentisiz ve sakin, o anda ve orada olmak


Bulunulan koşullardan çıkma ya da [çeşitli ve belirli/belirsiz] sıkılma durumlarında yapılan kontrolsüz el/kol/ayak/bacak sallamalarının/hareketlerinin nedeni daha çok "bir an önce o ortamdan/koşullardan çıkma/uzaklaşma" ya da "sonraki sürece/aşamalara geçme" isteği üzerinedir. Bunu da sürenin/sürecin "kısalması/hızlanması" beklentisiyle, farkında olmadan [/"ne yaptıklarını biliyor oldukları" "iddiasıyla"/zannıyla] el/ayak/bacak sallayarak ya da nesnelerle uğraşarak [çizerek, kağıt karalayarak, kalem çevirerek, nesne parçalayarak/delerek, tespih çekerek vs.], zihinlerini başka şeylerle meşgul ederek ve ancak bir şeylerle uğraşmak yoluyla çözmeye çalışırlar. Bu hareketler, "küçük/önemsiz/değersiz hareketler" varsayıldığından dolayı yapan kişi tarafından algılanmaz. [Daha çok da gençlikte/olgunlaşmamışlıktan ve/veya cahillikten dolayı görülen/yaşanılan bir durumdur.]

Bu durumlarda, çevredeki kişiler, çıkan sesle ya da gözleriyle ve zihinleriyle, yapılan harekete ister istemez takılırlar. Bu uyaranları, hem kişinin kendi için, hem de çevresindekileri düşünerek kontrol altında tutmaları gerekir. Bunu da, zihinlerini bulundukları zaman ve zeminde tutmaya çalışarak, geçmesi gereken zamana ve koşullara biraz daha sabrederek ya da odaklanarak sağlayabilirler. Sürekli olarak anımsanmalı ki, zihin, başka/çeşitli noktalarda bulunabilir fakat gövdeyi düşünce hızında bir yerlere taşımak olanaklı değildir.

Trafikte Öncelikliler

[sırasıyla]: ENGELLİ/LER < HASTA/LAR < YAŞLI/LAR < ÇOCUK/LAR, ÖĞRENCİ/LER < HANIM/LAR < YAYA/LAR < BİSİKLETLİ/LER < MOTOSİKLETLİ/LER < ACİL DURUM ARAÇLARI[hasta taşıma, itfaiye, polis] < TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI[raylı düzenler öncelikli olmak üzere!] < ARABA/LAR < AYRICALIKLI/LAR[her seviyedeki/konumdaki resmî makam araçları (her ne kadar güvenlikleri "önemli/öncelikli" sayılsa da!)]

Kişiye ait arabaların sayılarının ülkemizde çok olması [ya da artmasının teşvik ediliyor olması], yolların eski olanaksızlıklara göre düzenlenmiş olması, önceliği arabalara vermek için geçerli bir neden değildir/olamaz! Tam tersine, konumları/sıraları en sondadır!

Her zaman ve koşulda geçerli olmak üzere, trafikteki öncelik daha küçük aracı olanın ya da araçsız olanındır.
Büyük araç, küçük araca yol verir/vermelidir/vermek zorundadır!

[ Bu zihniyeti geliştirmeyi ve yaygınlaştırmayı, her birimiz haklarımıza sahip çıkarak daha da hızlandıracağız! Lütfen!!! Sizin de farkındalığınız, desteğiniz, paylaşımınız ve katılımınızla!... ]

(SİGARA) YASAĞI değil SINIRLAMASI / KISITLAMA/SI


Yürürlüğe giren yasa, bir "YASAK" koyma değildir! Toplum yaşamında ve kişiler arasında düzenin sağlanması, hakların korunması için ortak kullanım alanı kuralları uygulanmak zorundadır. Sigarayla ilgili düzenleme, insanların bulunmak zorunda/durumunda olduğu -kapalı ya da açık- ortamlarda sigara kullanıcılarının keyfî uygulamalarına izin vermemek üzerinedir. Bu durumdan rahatsız olan/olabilecek kişilerin haklarının korunması üzerine de bu tür kısıtlamalar getirilmesi gerekmiştir.

"YASAK" olarak ifade edilen durum, "sigara içme yasağı" değil belirli ortak kullanım alanlarında keyfî tutumda bulunulmasına engel olabilmek üzere ve çevrenin rahatsız edilmemesine yöneliktir. Doğrudan, genel bir "içmeme yasağı" getirilmemiştir.

"YASAK"[< YASA][yasaya/kanuna bağlı olan] sözcüğü ve kullanımının da, kişiler [içen-içmeyen, rahatsız olan/lar] arasında anlaşamamazlık/ihtilâf [ya da olası çatışma durumunda] toplum ve devlet tarafından kabul ve onay görmüş, uyumlu bir düzen sağlanabilmesi üzerine, gereken koşulların, yazılı ve tüzel(hukukî) bir karşılığının bulunması üzerinedir. Birlik ve bütünlüğü, sürdürülebilirliği sağlayabilmenin göstergesi ve dayanakçası olarak, "YASA" ve yasal gereklilik, işlevini yerine getirmek üzere uygulanmaktadır.

Kişi, kendi evinde istediği gibi [çırılçıplak] dolaşabileceği halde dışarıda/sokakta, ortak alanlarda dolaşamayacağı gibi. Bu durumu anlayan ve kabul edebilen tütün kullanıcıları, tütün ürünleri kısıtlamasının da bir uzlaşım ve çözüm gerektirdiğini rahatlıkla anlayacak ve kabul ediyor olacaklardır.


bkz. www.FaRkLaR.net/Davranis-Tutum

bkz. www.FaRkLaR.net/tuze

bkz. www.BagimliligaHAYIR.org

"YOK" değil/yerine "VAR DEĞİL"

"YOK" değil/yerine "VAR DEĞİL"

Bazı kültürlerde, günlük dilde ve felsefede "Değil-leme" yöntemi ile bazı durumlar için üst bir bilinç kullanılmaktadır. Buna verilebilecek birkaç örnekten biri de Anadolu Kültürü ve Bilgeliği'nde "YOK" sözünün kullanılmamasıdır. "Yok", kavram olarak da, dil ve yaşamsallık açısından da o kadar yerini almıştır ki, bir kişinin farkında olmadan bile kullanması durumunda etrafındakilerden biri, "yok" sözünü kullanmaması gerektiğini uygun bir şekilde belirterek, uyarır o kişiyi. Yok sözünü kullanmak yerine "Var değil", "Hak getire", "Hak vere" sözleri kullanılır. Aynı şekilde "Bitti" yerine de "Bereketlendi" kullanılır. (aynı zamanda "Bitirmek" yerine "Tamamlamak" sözcüğünü kullanmak zihin programlaması, olgusallık ve dil açısından daha da yerinde bir tanımdır.)

"Evet!" ve "Hayır!" sözcüklerinde de buna benzer, hatta daha da öte bir durum vardır. "Hayır!" sözü, her ne kadar olumsuzluk anlamında kullanılıyor olsa da, bu duruma verilen ad, o olumsuzluktan bir hayır gelmesini ya da geleceğini düşünmekle bağlantılı bir olumlu kılma sözüdür.

Derinlere ve uzun geçmişe dayanan Anadolu Kültürü'nün, din ve tasavvuftan da yararlandığı yaşamsal ve dil üzerindeki bilge tutumlarının günlük dile ve halka yansıtma çabaları birçok örnekte görülebilir. "Çok ..." yerine "Yeterli"; "Almak" yerine "Edinmek"; "Fakat" değil "Aynı zamanda" gibi, durumun karşılığını daha derinlemesine verebilecek sözlerin kullanılmasına yönelik çabaları gözlemlemek ve bunlardan üst düzeyde yararlanmak gerekir.

Bu tür çabalar nesne, kavram, olgu ilişkilerinde insanın ve toplumların yaşanmışlıklarındaki derinliklerden ve geleceğe bir miras olarak bırakılmak istenen, insanlığın gelişimine olan etkilerini öngörerek varılmış tutum ve sonuçlardır. Önceki ve "Hayır!" örneğinde olumsuz bir sözün söylenmiyor olmasında bir yasak, haram ya da günah bilincinden çok, bilgece, bilinçli bir tutum söz konusudur.

Bu tutumlar sadece sözler için değil, daha uygun karşılıkları bulunan davranışlar için de geçerlidir. Örneğin, birine -özellikle bir çocuğa- bir şey vermek istendiğinde, avuç aşağıya bakar şekilde uzatmak değil/yerine verilecek olanın, avucun içinde bulunduğu açık bir avuç uzatmaktır.

Bu tür uygulama ve kavramlarda kullanılabilecek tanımlara da örnek olarak, "Aşure/Yemek Pişirmek" yerine/değil "Aşure Kaynatmak"; "Yemek"e yerine/değil "Lokma"ya katılmak/davet; ışığı/mumu/ateşi/ocağı "Söndürmek/Kapatmak" yerine/değil "Dinlendirmek"; "Yakmak/Açmak" yerine/değil "Uyandırmak"; "Ney Sesi" değil/yerine "Ney Sedâsı", "Ney Çalmak" değil/yerine "Ney Üflemek" dendiğini bilmeli; "Saç/sakal/kıyafet Düzeltmek" değil "Huy Düzeltmek" gibi hem zihinsel, hem yaşamsal kullanımlardan haberdar olmalı, kişi diline ve kendisine gereken özeni ve önemi göstermelidir.

"Körü körüne Taklit" yerine/değil "Muhabbetle(Sevgiyle) Taklit" etmek, "Emir Eden" değil "Hizmet Eden" olmak, "Tutmak/Saklamak" yerine "Heybeye Atmak", "Hakkını Vermek" yerine "Hakkını Teslim Etmek" ve tüm bu ayrıntıları "Akılla Tartmak" yerine "Kalple Dinlemek" gerekir.

BU İNSAN DEDİKLERİ EL, AYAKLA, BAŞ DEĞİL,

ÂDEM MÂNÂ'YA DERLER, SURAT İLE KAŞ DEĞİL

 

İletişim Üzerine

İLETİŞİM

Tüm ilişkilerde temel olan iki etmen, Paylaşım ve İletişim’dir. İster eş, ister ebeveyn-çocuk, ister işveren-işçi, ister sosyal ilişkiler olsun, paylaşım ve iletişimin varolduğu derecede bir ilişkinin boyutundan bahsedilebilir.

Kullandığımız sözcüklerin ses, nüans, vurgu, tonlama değerlerinin anlamsal öneminin çok büyük olmasının yanı sıra, jest, mimik ve tutum gibi fiziksel belirtilerle bir anlam bütünlüğü oluşmaktadır. Ancak daha sonra, sözcüğün kendi taşıdığı anlam, sadece %10’luk bir bölümünü kapsamaktadır. Zihinde oluşan herhangi bir imgenin, simgesi durumunda olan bir sözcük, o imgenin, üzerinde uzlaşılabilmiş bir kısaltmasıdır. Sözcüklerin incelenmesi ve kullanılmasında dilbilim, kişilerin sahip oldukları genel dil bilgisi, üzerinde çalışılarak uygulama alanlarının geliştirilebilme ve değiştirilebilme olanağı, iletişimin ve tüm arkatasarında bulunanların gizilgüçlerini ortaya çıkarmak, insan beyninin gelişmişliğinin en büyük göstergelerindendir. Bu zenginlik içinde, iki zihin arasındaki ortak bir çalışma ile, -basit bir anlatımla- elma olarak simgelediğimiz imgenin, bundan sonra armut, armut olarak simgelediğimiz sözcük ile elma imgesinin oluşacağına yönelik sözleşme(ahit/uzlaşım), tüm anlamın değişmesi için yeterlidir.

Herhangi bir somut ve/veya soyut kavramı ifade ettiğimiz bir sözcük, ses kullanımı ve dilin geçmişiyle sağlanmış gelişmişlik daha da ileri bir aşamaya taşınabilir. Örneğin, daha önceleri tamamen sessiz imleçleri(harfleri) kullanabilme olanağını dönemsel(/konjonktürel) düşünerek, “Dünyada bunu düşünecek ve isteyecek kimse olmaz” gibi kişinin anlamsız önyargısı ile mantık dışı kabul etmek, insanın ilerleme çabasından çok gerilemeye yönelik olduğunu yansıtan bir algı düzeneği/örgüsüdür(paradigma, düşünce kalıpları). Kişinin, sadece, ancak ve ancak alışılagelmiş olan iki imleç(harf) ve üzeri sözcüğün, imgeler bütününü karşılayabileceğine yönelik yersiz bir inançla kendini kısıtlaması da buna bir örnektir.

İletişimin ilk başlangıçlarından ve en üstün değer olarak uzlaşılmış olan “İnsan”a konulan adın(/kısaltmanın), başka bir imgenin karşılığı olmasının, insanın değeri ve anlamı üzerine düşünülemediğinin yeterli ve etkin/baskın(dominant) göstergesidir. Zihnin ve algılamanın; dil, sözcükler ve anlam dünyasındaki yeri, aralarında kurulan bağlantılarda gereken üst düzey uyum ve bütünlük çabası, insanın değerinin ve anlamının karşılanması açısından çok ciddi bir sorumluluktur.

İletişim üzerine düşünüp, bu konu üzerinde yoğunlaşabilmek için çok geniş alanlarda çalışma yapma gerekliliği vardır. Kişinin, kendini -ve dolayısıyla insanı- tanıması için, A noktasından B noktasına, yani kendisinden kendisine olan yolculuğunda araç/lar gereklidir. Bu araçların çeşitliliği ve derinliği, öteki birçok üst konu başlığından daha fazladır. Böyle olması da, iletişimin değerini ve tadını artırmaktadır. Bilirsiniz, kolay olmayanlar("zor" sözcüğü yerine) bize daha değerli gelir. Belki/bazen kendisinden, belki de bizim ona verdiğimiz anlamdan ötürüdür.

Dillerin sözlüklerini(/ahitlerini) gerektiği kadar kullanırsak getireceği rahatlığa ve verimliliğine doyum olmaz. Bunun yanı sıra, yazım(imlâ) kılavuzu kullanarak bilimsel seviyeye getirilmiş, uzlaşılmış durumlarını dikkate alarak dili kullanmak, hem zihni, hem iletişimi sağlam zeminlere oturtmak için temel gerekenlerdendir. Yazıda ve kitap okumada sağladığı kolaylıklarla birlikte, zihinde sağladığı gelişim de öteki önemli yararlarındandır. Deyimler ve atasözleri de bir dilin kullanımındaki en büyük zenginliklerdendir. Zihinlerde sağladığı derinlik ve ifadenin kolaylaştırılmasındaki rolünün de çok büyük olması açısından önemlidirler.

Herhangi bir yerde bir sunum yapma ya da konferans verme durumunda olan kişinin gövde dili, retorik ve diksiyon üzerine bilgi sahibi olma gerekliliği ve sorumluluğu tüm dinleyiciler için ve iletişimin tam anlamıyla sağlanması için olmazsa olmazlardandır. Bunlarla birlikte, algının sürekliliğini sağlamak için konuyla bağlantılı çeşitli öyküler, masallar, fıkralar gibi güldürüye de yer vermesinde büyük yarar vardır. Konuşmacının tüm dikkat edeceklerinin yanısıra, öğretici(didaktik) olmaması, kişileri sömürüye yönelik ve bilgiyi dayatmaya çalışır tarzda yaklaşmaması gerekmektedir.

Yaşanma olasılığı bulunan bazı durumlar için de, en temel iletişim dili olan Mors Abecesi'nden de haberdar olmak gerekir. Abeceler konusunu da ele aldığımızda, tüm dillerin simgeleri ve imleçleri(harfleri), tarihçeleri hakkında bilgi sahibi olmak da ayrı bir zevktir. Hiyeroglifler hakkında birkaç bilgiye sahip olmak bile insanı bambaşka dünyalara sürükleyiverir. Kökenbilim(etimoloji) üzerine de çalışma yapılırsa, bir dilin kökündeki o ayrıntılı bilgilere sahip olmakla birlikte, algı ve anlam bütünlüğüne sahip olmanın zenginliğine kavuşulur.

Şu konu başlıkları da iletişim konusunda ayrıntılı bilgi sahibi olmak isteyenlerin haberdar olmaları gereken başlıklardandır : Anlambilim(semantik), göstergebilim(imbilim/semiyoloji), refleks, sinyal, bilgi, müzik, oyunlar, satranç, internet, yayın araçları, iletişim sistemleri ve araçları, enstrümanlar, kodlar, dernek ve vakıf çalışmaları, ilânlar, geziler, felsefe, sanat, dans, spor ve bilim.

İletişimin ve bundan da önce olan etkileşimin, uyumlu, dengeli ve bütünlük içinde olması için düşünmemiz ve doğru eylem çabası içinde olmamız, hepimizin sorumluluğundadır. Bunun çocuk ve gençlere, doğru, sağlam ve etkin bir yapısının oluşmasına her türlü desteği sağlamak da en temel görevlerimizdendir. Yukarıda kısmen değinebildiğim konu ve kavramlara ek olarak kişilerin her zaman -en azından bir kere-, özellikle kendi iç iletişimlerinde kendilerine sormalarını, gerekli gelişim ve değişimde pasif kalmamalarını salık veririm.

Uyum ve bütünlük içinde olmamız dileğiyle!

KENDİMİZE SORALIM!

Dil ve Diş

DİL VE DİŞ

“Dişler, tüm organların aynasıdır” sözünü anımsayarak, “Dil neyin aynasıdır?” sorusuna bir yanıt arasak, hepimizin buluşma noktası “ÖZ” olacaktır.

“Dil, özümüzün aynasıdır”

“ÖZ <–> GÖZ <–> SÖZ” bağlantısı, nereden hareket edecek olursak olalım, üzerinde en çok durulması gereken ilişkidir. “Öz”ün üzerine fazla eğilmeye gerek kalmaksızın bizleri nereye ulaştırdığını biliyoruz. “Göz” üzerine de aynı ortak duygu ve düşüncelere sahip olarak, özümüzün kapısı olduğu noktasına ulaşıyoruz. “Söz” ise geçmiş, şimdi ve geleceğin; usumuzun, bilimin, felsefenin ve sanatın; iş ve özel yaşamın ve günlük yaşamdaki tüm sürecin en büyük aracıdır. Simge diliyle “Söz”, yazı diliyle “Söz”, sözün diliyle “Söz”, günlük yaşamımızın, düşünce ve duygularımızın ve tüm ilişkilerimizin aracı “Söz”.

Sevgili Yunus Emre’nin güzel sözü ile…

Keleci[sözü] bilen kişinün yüzünü ağ[ak] ede bir söz,
Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz.

Söz ola kese savaşı, söz ola kese başı,
Söz ola ağılı[zehirli] aşı bal ile yağ ede bir söz.

 

Psikoloji, 3D temelli, “Düşünce, Duygu ve Davranışlar”ımızı anlamaya, incelemeye ve altında yatan nedenleri bulmaya çalışan bir bilim dalıdır. Hiçbiri birbirinden bağımsız olmadığı gibi ayrı ayrı düşünmek de pek olanaklı değildir. Bu doğrultuda, son zamanlarda çok yoğun ilgi gören Sinir Dili Programlaması(SDP ya da NLP), çalışmalarının da en büyük aracı olan söz -ve her bir sözcük- ile, tüm hücrelerimizin ve beynimizin programlanabilmesi yoluyla yaşamımıza katacağı gelişmişliği, derinliği, kolaylığı ve rahatlığı sağlatan bir disiplin. SDP tüm eylemlerimiz ile ağzımızdan çıkan her sözün nasıl ve ne kadar bağlantısının olabileceğini anlatır. Ayağını sürüyerek yürüyen bir kişinin, sözlerinin de ağzından uzata uzata, yayılarak çıktığını görebilirsiniz (ya da tam tersi). Yüzü asık birinin, her ne kadar hoş sözler kullansa bile sesinden psikolojik durumunu anlayabilirsiniz. Aynı bağlantılar dilimiz ve dişimize verdiğimiz önem için de geçerlidir. Diş fırçalama alışkanlığımız ile kullanacağımız sözcüklerin de bağlantısı vardır ve de dile, sözlerimize gösterdiğimiz özen ile diş fırçalama alışkanlığımızın. Dişimizin ne kadar önemli olduğunu biliriz fakat maalesef yeteri kadar özeni göstermeyiz.

Dile ve sözlerimize verdiğimiz önem ve duyarlılığımız nedir? Dilimizin de durumu aynı mı acaba? Aynı mı olmalı? Olmamalı mı? Peki nasıl? Bu durumu ne, kim, nasıl değiştirebilir? Tüm bu sorular ve benzerleri gibi daha birçok soruya verecebileceğimiz yanıt aynıdır! KENDİMİZ!

Yaşamımızda pek dikkat edilmeyen, çok fazla karıştırılan fakat hiçbir zaman karıştırılmaması gereken bazı noktalar vardır. Bunların en çok yaşandığı altı hassas nokta ve şu oniki kavramın da ayrıntılarına sahip olmalı ve önemine çok dikkat etmeliyiz.

- GENEL ile ÖZEL;

- BİRİNCİL OLAN(/Olma[ma]sı Gereken) ile
İKİNCİL OLAN (/Olma[ma]sı Gereken);

- AMAÇ ile ARAÇ;

- SÜREÇ ile SONUÇ (Merkezlilik);

- TEORİ ile PRATİK;

- KORGU ile KAYGI

Konuşmalarımız, değerlerimiz ve tutumlarımız bazen Genel’den hareket ederek Özel’e, bazen de Özel’den hareket ederek Genel’e giderek devam eder. Fakat farkında olunması gereken bu ikisinin arasındaki geçiştir. Geçişteki dikkatsizlikler çok büyük sorunlara dönüşebilirler. Konu ve kavramları ele alışımızdaki sıralamada neyin öncelikli olduğu ve olmadığı bilinci, durumun ya da konunun bir Araç mı, Amaç mı? olduğu sorusunun her an farkındalığımızda olması en dikkat edilmesi gereken noktalardandır. Süreç ve Sonuç’un birbirinden ayrı olmadığı, dengeli bir durumda olması, herhangi birinin üzerinde yoğunlaşmama gerekliliği de üzerinde titizlikle durulması gereken noktalardır. Kavram ile uygulamanın arasındaki farkların ve derecelerinin atlanmaması gerekir. Korku ve Kaygı arasındaki farkların (Belirginlik, Şiddet ve Süre) da bilincinde olarak korku ve kaygı yönetiminin elde tutulması, geleceğin olumsuzu “YA … [olursa]” üzerine değil, olumlu gelecek “… [’nın olmasını] İSTİYORUM” üzerinde durulması gerekmektedir.

Doğru, yerinde ve zamanında kullanım için tercih edilebilecek her sözcüğün değeri çok yüksektir. Kişisel ve toplumsal birliğimiz olan sözlükleri daha çok kullanmak, kitap okumak, düşünmek, araştırmak; sözcüklerin, terimlerin günlük hayatımızda, dilimizde yer almasını sağlamak en önemli sorumluluklarımızdandır. Toplumların en büyük serveti dilleri olduğu gibi, kişinin de en büyük değeri ve serveti dilidir.

Dil ile, söz ile başlayan serüvenin çeşitli dönüşümler ile yaşamımızın en büyük parçası ve kaderimize bile dönüşebileceğini vurgulayan şu sözleri sürekli anımsamak gerekir!

Söylediklerinize dikkat edin,
      düşüncelere dönüşür...

Düşüncelerinize dikkat edin,
      duygularınıza dönüşür...

Duygularınıza dikkat edin,
      davranışlarınıza dönüşür...

Davranışlarınıza dikkat edin,
      alışkanlıklarınıza dönüşür...

Alışkanlıklarınıza dikkat edin,
      değerlerinize dönüşür...

Değerlerinize dikkat edin,
      karakterinize dönüşür...

Karakterinize dikkat edin,
        Kaderinize dönüşür…