B (bile değil): Tüm sözcükler ve kavramlar için geçerli olmak üzere bu kavram da "İnsan" ve "hakkı / hakları[/hukuk]" sözcükleri olarak tek tek ve ayrı ayrı ele almamızı gerektirir.
Herhangi bir nesneyi, duyu verileri olarak duyumsadıktan, durumu ya da olguyu algıladıktan sonra hem yalın, hem de karmaşık "görünümü" ile düşünsel bir seviyeye ve işleyişe çıkarmak durumundayız. Ancak bu süreçtekilere ve bazı "sonuçlarına",
-tanımlayarak ve sırasıyla- "anlamak" ve "kavramak" diyebileceğiz.
Anlık: O zaman, "insan" sözcüğünden başlıyoruz demek ki.
B (bile değil): Evet. Bağlantı/ilişki kurmak, bağlantı kuran anlamına gelen İnsan sözcüğünün, ünsiyet kökünden geldiğini anımsatarak daha ayrıntılı kökenini(etimolojisini), önemli ve ayrı bir konu olarak bununla ilgilenenlere bırakalım.
[ www.FaRkLaR.net/Insan sayfasından da yararlanılabilir.]
Herhangi bir sözcük gibi, "İnsan" sözcüğünü de çözümlemeye başladığımızda, "ne olduklarıyla" birlikte ne olmadıklarını düşünerek ve tanımlayarak yol almak durumundayız. Öncelik de ne olduğundan çok, ne olmadığı üzerinden olmak durumunda.
("Hak" ya da çoğulu olan "haklar(hukuk)" sözcüğü de ayrıca değerlendirildikten sonra zihinde anlam bütünlüğü oluşabilecektir.)
Yine herhangi bir nesneyi, olguyu ya da sözcüğü dile getireceğimizde, önce varoluşu(ontolojisi) ve ancak daha sonra bilgisi(epistemolojisi) itibariyle o konuya/nesneye değinebiliriz. Bir de her şey için geçerli olmak üzere bağlam olmadan, "anlam"a ulaşamayacağımızı sürekli anımsamak durumundayız.
Anlık: "İnsan"ın ne olmadığına mı değiniyoruz öncelikle?
B (bile değil): Evet. Temel algı, bilgi ve öncelikli olarak insanın/kişinin,
gövdesi olmadığını ya da gövdesiyle sınırlı olmadığını sürekli anımsamak durumundayız.
(Sadece varoluşumuzun da öteki olanak, koşul ve özelliklerimizin herhangi birini göz önünde bulundurmaya gerek kalmaksızın her şey için yeterli ve geçerli bir koşul ya da özellik olduğunu anlamak ve sürekli anımsamak üzere...)
Çok çeşitli olanakları ve özelliklerine de değinebileceğimiz gibi, öncelik, yoğunluk ve süreklilikle, parçalarıyla değil bütün olarak düşünmeliyiz.
(Hem kendi içinde, hem de çevresindeki tüm -canlı/cansız- varolanlarla birlikte.)
İnsanı, anne karnında ve doğduğu andan itibaren annesinden ya da bakım verenden ayrı olmaksızın, gövdesi ve zihinsel varoluşu itibariyle ancak iİişkilerinde değerlendirebiliriz. Annesi ya da ötekinin olmadığı yerde kendiliğini ve benliğini, ilişki kurabileceği bir "sen" olmadan, bir başkası olmadan oluşturma olanağı yoktur. Bu durum ve süreç, cansızları dışarıda bırakarak, bitkiler için geçerli olmadığı gibi, hayvanlar için de geçerli değildir. Sadece "insan"a özgüdür.
İnsan, doğaya doğan değil yaşama doğandır.
Anlık: "Hayır!"larımız, "Evet"lerimizden önce geliyor...
B (bile değil): Sadece insana özgü olan başka bir olanağımız ise "Hayır!" diyebilmemizdir.
Doğadaki tüm varolanlar gibi insanın gövdesi de gelişerek ve değişerek sürecini tamamlar. Gövdemiz itibariyle bitki ve hayvanların koşullarıyla birlikte bülûğa ermesiyle tanımlanan belirli yaş, dönem ve zihinsel seviyelerden geçerek herkesle eşit olanaklara, haklara ve kararlara sahip olmak üzere birey olmaya, reşit olmaya hak kazanırız.
Olanaklarımız, 18 yılımızı tamamlayana kadar, ağırlıklı olarak bitki ve hayvanlarla ortak olduğumuz gövdemizde, varoluşsal ve canlılık gereksinimlerimize, istediklerimize gözümüzü, ağzımızı, elimizi ve dilimizi, "Evet"lerimizi yöneltmeyle yani "yapma isteği/bilgisi" anlamına gelen irâdemiz aracılığıyla sağlanır.
Bu süreç,
- Öncelikle 1 yaşında, bazı sözcükleri söylemeye başlayarak;
- 2 yaşında, benlik algımızın kısmen gelişmişliğiyle erk karşısında, varolduğunu gösterebilmek üzere dışkı tutarak;
- 4 yaşında, öğrenim/eğitim becerisine kısmen başlayarak;
- 7 yaşından itibaren bilinçlenerek;
- 12 - 15 yaş arasında ve 15 - 18 yaş arasında, dereceli olarak, hukuksal cezâ görme eşiğiyle ayırd ederek[temyîz];
- 16 yaşında, dünyanın herhangi bir yerine ebeveynin resmî izniyle gidebilerek;
- 17 yaşında evlenebilme eşiklerindeki kısmî hakları ile yine ebeveynden izin alarak;
- 18'den sonra da gözümüzü, ağzımızı, elimizi, belimizi ve dilimizi uzatmayabileceklerimiz için "Hayır!" diyerek,
- 18'den sonra da gözümüzü, ağzımızı, elimizi, belimizi ve dilimizi uzatmayabileceklerimiz için "Hayır!" diyerek,
"yapmama bilgisi/isteği" olarak tanımlanan ihtiyârımız ve muhtariyetimizle yani kendimize ve çevremizdekilere zarar vermemek üzere, ancak bu koşullarla özgürlük hakkımızı elde ederiz ve yaşamımızı, yapmayabileceklerimiz üzerinden sürdürürüz.
Atacağımız her adımda, yapacağımız ve söyleyeceğimiz her şeyde, önce "Evet"imiz(irâdemiz) değil "Hayır!"ımız(ihtiyârımız) devrede olmak zorundadır. Birilerini yaralamak, öldürmek ya da insanlık suçlarına giren uyuşturucu("sigara vb".) da satmak gibi çevremize çeşitli zarar verebilecek eylemler ise en önemli ve olmazsa olmazımız, Sağlık ve Özgürlük'ün yitirilmesi, hastahane ya da hapishaneyle sınırlandırılmasıyla son bulur.
İlim ve irfanın öncelikleri, ilkeleri olan eline, diline ve beline hâkim olmak, tüm kadîm geleneklerin ortak uyarısıdır.
Atacağımız her adımda, yapacağımız ve söyleyeceğimiz her şeyde, önce "Evet"imiz(irâdemiz) değil "Hayır!"ımız(ihtiyârımız) devrede olmak zorundadır. Birilerini yaralamak, öldürmek ya da insanlık suçlarına giren uyuşturucu("sigara vb".) da satmak gibi çevremize çeşitli zarar verebilecek eylemler ise en önemli ve olmazsa olmazımız, Sağlık ve Özgürlük'ün yitirilmesi, hastahane ya da hapishaneyle sınırlandırılmasıyla son bulur.
İlim ve irfanın öncelikleri, ilkeleri olan eline, diline ve beline hâkim olmak, tüm kadîm geleneklerin ortak uyarısıdır.
- Şiddet denetimi, şiddetsizlik, zararsızlık;
- Başkalarını düşünce, söz ve hareketle incitmemek;
- Yalan denetimi ve dürüstlük;
- Benimseme denetimi ya da çalmama;
- Eşeysel(cinsel) enerji denetimi;
- Mal/eşya biriktirme denetimi, biriktirmemek;
- Nefret denetimi ve merhamet;
- Kızgınlık denetimi ve affetme;
- Güçsüzlük denetimi ve dayanıklılık;
- Aşırılığın denetimi ve ılımlılık;
- Yanlışlık denetimi ve doğruluk da
insan haklarının dışına çıkmamayı sağlayacak olan uyarılardır.
[www.FaRkLaR.net/kisiselgelisim ve www.FaRkLaR.net/ilim-irfan sayfalarından da yararlanılabilir.]
Kendi haklarımızı ve başkalarının haklarını tanımamıza yardımcı olabilecek çok önemli iki çalışma ise bir kâğıtta( ya da bilgisayarda/cep telefonunda), iki ayrı sayfada öncelikle "Ne yapmayabileceklerim"i/zi, ötekine ise tam ve kesin olarak "Hayır!" dediklerimizi, diyebileceklerimizi yazmamızdır.
Giyinmek, öncelikle toplum (ve düzeni/sağlığı) için
Anlık: Yazmak bu kadar mı önemlidir?
B (bile değil): Kişi, kendini, üç ayna karşısında tanıyabilir ve gerçekleştirebilir.
İlk aynamız, öteki aynasında yani anne ve başka kişilerle olan ilişkilerinde, paylaşım ve iletişimlerimizdedir.
İkincisi, doğada ya da cam/ayna, metal, kamera gibi nesnelerdeki yansımalarındadır.
Üçüncüsü ise yazı aynasındadır, yazdıklarımızın ve yazabileceklerimizin yansımasındadır.
Yazma eylemi, ilk ikisi gibi dolaylı olmayıp doğrudan, kişinin kendini, zihnini ve yaşamını karşısına koyup gözlemlemesini ve düzenlemesini sağlayan, yaşamın gelişine ya da kendi "hazzına ve keyfî kararlarına" düş(ür)meyebileceği eylem ve tutumdur.
Yaparak, eyleyerek ve "Yaptığını yaz, yazdığını yap!" ilkesiyle -ancak yazarak-
kendine hizmet etmekle her bir kişiye, insanlığa hizmet etmiş ve yaşama katılmış olur.
Bir'e hizmet, bin'e hizmet;
bin'e hizmet, bir'e hizmettir.
Anlık: Kimlik, kişilik ve kendilik arasındaki ilişki ve farklar nelerdir/nasıldır?
B (bile değil): Kimliğimiz, topluluk ya da toplumda bulunan kişilerden, gövdemiz üzerinden, kayıtla, yazılı belge olan kimlikle, kemik, parmak/el/ayak izi, retina ve DNA gibi verilerle gözlemlenilen bir ölçüttür. Kişinin tensel varoluşu, belirlilik; tinsel varoluşu ise erekliliktir. Düzenin ve/ya da çevrenin etkisi ve katkısı ile oluşturulmuş olandır.
(Kişi, ancak gövdesiyle birlikte düşünülebilse bile bireyin, kendini, gövdesinden oluşan ya da gövdesiyle özdeş görmemesini gerektirir. Biz, gövdemiz değilizdir. Kişiler de "kadın" ya da "erkek" değildir. Dişil ve eril gövdesine[/hayvanına] sahip varolanlardır. Bütünlük olarak gövdeleriyle birlikte fakat anlam, değer ve haklar olarak sadece insandır.)
( www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/44494 ve www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/53117 başlıklarını da okuyabilirsiniz... )
Hukuk açısından da birey/kişi, gerçek ve tüzel olarak ikiye ayrılır. Birey olması da tüzeye(hukuka) ve bilgiye dayanır.
Kişilik ise zihnimizde, düşüncelerimizde, dilimizde ve eylemlerimizde, çevremizle ve ilişkilerimizde, yaptıklarımızda değil yapmadıklarımızda yansıyan; kişinin, kendi takip ederek ancak farkındalıkla, bilgisi, görgüsü, kültürü, sabrı, tahammülü, tenezzülü, ilim ve irfanı, aşk ve şevki ile ve de yokluk ile oluşturabildiğidir.
Kendilik ise bilinenin bilenini aramakla...
Anlık(Zihin): "Hak" sözcüğüne de burada mı geçiyoruz?
B (bile değil): Kişi, biyo-psiko-sosyal bir varolan olmasıyla da sadece bir ötekinin varoluşuyla yetinemediği gibi üçüncünün ve daha çoğunun varoluşuyla toplumsallığını gerçekleştirmektedir. Toplum seviyesine gelemese de topluluk olarak yaşamaya başlamaktadır.
Varolmayı olabildiğince sürekli kılmak üzere temel gereksinimleriyle birlikte düşük seviyede de olsa bazı koşullara sahip olmak durumundadır. Temel koşulları sürekli kılmanın adı olarak "hak" sözcüğünü düşünmeye ve kullanmaya başlayabiliyoruz.
Uygarlık, toplum ya da topluluk, iki kişiyle değil üçüncü kişinin varoluşuyla ve haklarıyla dolayısıyla hakkın çoğulu olan hukuk/tüze düzenlemesiyle başlar. Hukuk, doğal, üretilmiş ya da türetilmiş varolanların, bulunulan bölge ve doğal/fiziksel koşullarda paylaşımı ve çocuğa, sonraki kuşaklara aktarımıyla yani "miras haklarına/hukuku"na dayanır.
Anlık: Hak ve haklar üzerine bilinmesi ve karıştırılmaması gerekenler nelerdir?
B (bile değil): Hak sözcüğünün, Arapça kökenli anlamı, doğruluk ve adâlettir. Farsça olan Hâk sözcüğünün anlamı ise topraktır. Tek ya da çift k ile Hak/k olarak ve çoğulu olan hukuk sözcüğünün anlamı, "Adâlet"tir. Çift k ile Hakk olarak Allah anlamına gelir.
İngilizce karşılığı, Right; Fransızca karşılığı, Droit; Almanca karşılığı, Recht;
Latince karşılığı ise Jus'tur.
Hak sözcüğü,
- tüze;
- türenin[tüzeye/hukuka uygunluk] gerektirdiği ya da birine ayırdığı şey, kazanım;
- dava ya da savda gerçeğe uygunluk, doğruluk;
- harcanmış/geçmiş emek;
- emek karşılığı ücret;
- doğru, gerçek
anlamlarına gelirken,
- maden, ağaç, taş üzerine, elle yazı ya da şekil oyma;
buna yakın bir anlamıyla da
- yazıyı, yanlışı kazıma
anlamında kullanılır.
Hak ile Sıdk arasında da özel ve yakın bir ilişki vardır.
hak, gerçekliğin, önermeye uygunluğu;
sıdk da önermenin, gerçekliğe uygunluğudur.
Hak kavramının, hizmet, hikmet, nasip ve bereket kavramlarıyla olan ilişkisini de ayrıca ve sürekli anımsamak gerekir.
Hak sözcüğünü, pay ve liyâkat ile karıştırmamak ve bazı hakkımız olduğunu zannettiklerimizin kökeninde "hazzımızın", "beklentilerimizin", keyfiyetimizin olup olmadığından emin olmamız gerekir.
Hak, "ayrıcalık/imtiyaz[Ar. < meyz]", "güvence" ve "güç" olarak görülmemeli ve kullanılmamalıdır.
Hak ile Had/Sınır arasında doğrudan bir ilişki vardır. Salt amaç olarak düşünülemeyecek ve kullanılamayacak olan özgürlük, hak ile sınırlanır ve hak ile sınırlanabilmektir. Özgürlük, haklılığı ya da karşılığı olmayan tüm düşünce ve tutumları dışarıda bırakmaktır.
Hak, zorunluluk değil/yerine rızâ ile sağlanabilecek bir kazanımdır.
Mağdur hakları ile sanık hakları da birbirleriyle ilişkili olmalarının yanı sıra ayrı koşul ve hakları içerir ve kapsar.
Hak, yerini bulur;
Anlık: Hakları, anayasal haklar, kişinin vazgeçilemez ve devredilemez haklarından başlatmamız gerekiyor sanırım.
B (bile değil): Tabii. Anayasayla devletin sınırlandırılması, temel haklar ve birey haklarının tanınması, korunması, güçlendirilmesi ve geliştirilmesi zorunluluğuyla başlıyor.
Haklar, ifade hakkı ve tüm öteki haklar;
sınırlandırılamaz ve sınırlandırılabilir haklar olarak ikiye ayrılır.
Hakları tesis ve teslim etmenin önceliği ve zorunluluğu, hakların haklarını, herhangi ya da hiçbir keyfiyete düşürmemek üzere saklı ve geçerli tutmakla sağlanmaktadır.
Kişi, kendi haklarını savunduğu, savunabildiği ve savunması, sahip çıkması gerektiği kadar başkalarının (insan) haklarını, toplum düzenini sağlamak üzere, hem kendinden başlayarak başkalarının, hem de başkalarından hareket ederek kendi haklarını; ne sadece kendi hakkıyla, ne de başkalarının hakkı önde olmak üzere, hakları ve kişisel haklarını, her zaman, zemin ve koşulda savunmak durumundadır.
Bilinçli bir kişi olmak ve bu doğrultuda bir yaşam sürmek üzere, ne varoluşunu, ne de aklını başkasına ihâle edemeyeceğini sürekli olarak anlığında bulundurmak durumundadır.
Anlık: Susma Hakkı'mızın önceliğine de değinecek miyiz?
B (bile değil): Susma Hakkı, tüm haklarımızın yanı sıra en temel, olağan ve tüzel(hukuksal) hakkımızdır. Susmak, strateji olarak kullanılabilmekle birlikte bir olanak ya da araç olarak değil bir hak olarak görülmeli, sunulmalı ve kullanılabilmelidir. Bu hakların anımsatılması,
"sarkıtılabilecek" değil anında, en kısa sürede anımsatılması gerekendir.
Susma hakkının tarihçesinde, John Lilburne'nin tutumu ve Miranda Uyarıları[Arizona - ABD], 1966'dan beri uygulanmaktadır.
1637 yılında, İngiliz tarihinin en renkli, en dramatik kişilerinden biri olan John Lilburne’un, halkı, yönetime karşı kışkırtan bir kitap yayımladığından dolayı tutuklanıp bu mahkeme önüne çıkarılması, susma hakkı konusunda bir dönüm noktası olmuştur. Lilburne, mahkemede, açıkça neyle suçlandığı hakkında bilgilendirilene kadar, sorulan sorulara yanıt vermeyi reddetmiştir. Bu durum, ceza yargılaması açısından, tarihin bize taşıdığı, susma hakkının kullanılması ile ilgili ilk durumdur.
Anlık: Susma hakkımız üzerine bilinmesi gerekenler ve karıştırılmaması gerekenler nelerdir?
B (bile değil): Bir suçlama karşısında suçlamayı/ithamı inkâr etmek üzere değil kendimizden uzaklaştırmak üzere kullanmak ve yorumlamak gerekir. Suçsuzluğumuzu iddia etmek ile suçu/muzu inkâr etmek aynı şey olmadığı gibi birbirinin yerine de "algılanabileceğinden" ve "yorumlanabileceğinden", neyi, ne kadar söyleyeceğimize ve söylemeyeceğimize çok dikkat etmeyi gerektirir.
Tam susma, kısmî susma ve geçici susmanın arasında bazı farklar bulunmaktadır.
Tam susma, şüpheli ya da sanığın, muhakemenin tüm aşamalarında, suçlamanın tümü bakımından susmasıdır. Uygulamada çok sık rastlanılan bir susma çeşidi değildir. Şüpheli ya da sanığın, kendine yüklenen suç hakkında, hiçbir şey açıklamaması biçiminde ortaya çıkar. Ancak, şüpheli ya da sanığın, failliği hakkında tam bir inkârda bulunması, örneğin; "suçsuz olduğu"nu açıklaması ya da "olay yerinde bulunmadığı"nı söylemesi de, tam susma kapsamında değerlendirilmelidir. Şüpheli ya da sanığın, olaya ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmaksızın, kimliğine ve kişisel durumlarına ilişkin bilgileri vermesi durumunda da tam susma söz konusudur.
Kısmî susma, şüpheli ya da sanığın, muhakemenin hangi aşamasında olursa olsun, kendine sorulan sorulardan bir kısmını yanıtlayıp bir kısmını yanıtsız bırakmasıdır. Şüpheli ya da sanığın, cinayeti işlediğini kabul edip, neden işlediği ya da cinayet aracını nereye sakladığı konusundaki soruları yanıtsız bırakması gibi.
Şüpheli ya da sanığın, muhakemenin bir aşamasında, olay hakkında konuşup başka bir aşamasında susması, geçici susmadır. Örneğin, şüpheli ya da sanık, soruşturma evresinde konuşmuş fakat koğuşturma evresinde susmuşsa ya da soruşturma evresinde susup koğuşturma evresinde konuşmuşsa, bu, geçici susmadır.
Sukut ile Sükût/iskât sözcüklerini de karıştırmamak gerekir.
Sukut/ıskat/iskat, düşürme, düşürülme; yok etme; hükümsüz bırakma; sadaka[ölünün azapsız kalması için dağıtılan] anlamlarında kullanılmaktadır.
(Iskat-ı cenîn de çocuk düşürme olarak kullanılmaktadır.)
Sükût/iskât ise susturma; tartışmada yanıt veremeyecek duruma getirme, ağzını kapattırma ve kandırma, "râzı ettirme" anlamlarına gelmektedir.
Kayıtsızlık ile karşılık vermeme de karıştırılmaması gerekenlerdendir.
Bir kişinin suskunluğunu anlamamak ve anlamaya çalışmamak, sözlerini de anlamaya niyetli, istekli olmamaktır. Ne yazık ki, işkence gibi âdil olmayan ve orantısız güç kullanılarak yapılan insanlık dışı "uygulamalar", kişinin susma hakkından uzaklaştırılması ve konuşturulması için yapılan saldırılardır. Kişi, susarak, ne ikrâr, ne de inkâr etmiş sayılamaz.
Kişilerin hatasından, yanlışından, suçundan, günahından haberimiz olabilir ve/fakat tövbesinden haberimiz olmayabilir.
[Dolayısıyla, kimseyi baştan, kökten ve doğrudan kınamamak gerekir!]
Anlık: Susma hakkımızın kullanımı ve yargılama sürecindeki işleyiş nasıldır?
B (bile değil): Susma hakkı, soruşturmada ve koğuşturmada olmak üzere ayrılmaktadır. Susmanın, hakaret olarak da görülmemesi gerektiği gibi uyarı ve destek olarak da görülebilmesi ve kullanılabilmesi gerekir.
Susma olanağı ve hakkı, âdil yargılanma hakkı, kendine yüklenilen suçu öğrenme hakkı, aydınlatma yükümlülüğü, savunma hakkı, bağışıklık hakkı, ifade serbestliği hakkı, avukat yardımı hakkı, masumiyet göstergesi, silahların eşitliği ve hukuk devleti ilkeleri, birlikte düşünülmesi ve uygulanması gerekenlerdir.
Susma hakkı ve aleyhine kullanmama zorunluluğu, suç kuşkusu altında bulunan kişinin, hem soruşturma, hem de yargılama sırasında, işlediği iddia edilen suçla ilgili olarak, kendine sorulan sorulara yanıt vermeye, bu yolda kanıt göstermeye zorlanamaması ve bu durumun, kişi aleyhine yorumlanamamasıyla birliktedir.
Yargılama sürecinde, suçlamaya karşılık olarak araştırma ve işbirliği içinde olunması gerekir. Araştırmada, vicdânî kanaat değil yasal kanıt öncelikli olarak aranmalıdır. Yargılama sırasında, susmanın yorumlanmasının genişliği, kullanıldığı aşama, avukatın, orada/yanında bulunması, zanlının bilgilendirilmesi gerekmektedir. Duruşmada susma, polis tarafından gerçekleştirilecek ifade alma sırasındaki susmaya nazaran daha geniş yorumlanır. Bu görüşe göre duruşma aşamasında, sanık, panik içinde ya da hazırlıksız olduğunu ileri süremez. Burada, kişinin bir hukukçunun yardımından yararlandığı, haklarından haberdar olduğu ön kabulünden hareket edilmektedir. Polisin, sorgusundan önce bilgilendirme yapması durumunda, susma, daha dikkatli irdelenmektedir.
Anlık: Susma hakkının istisnaları nelerdir?
B (bile değil): Kimlik bilgilerini (doğru) yanıtlama ve kendiliğinden yapılan açıklamalar ve itiraflar, susma hakkının dışında kalmış ve tutulmuştur.
Ceza davası, ancak suçlu olduğundan kuşku görülen kişinin, belirli olması durumunda açılabilir. CMK'nın 170. maddesinde, iddianamede gösterilmesi gereken konular arasında, şüphelinin kimliği de sayılmıştır. CMK'nın 147. maddesinin, 1. fıkrasının, a bendinde, şüpheli ya da sanığın kimliğinin saptanacağını ve şüpheli ya da sanığın kimliğine ilişkin soruları doğru yanıtlandırmakla yükümlü olduğu belirtilmektedir. Şüphelinin, kimlik ve adresi ile ilgili bilgi vermekten kaçınması ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunması, dolayısıyla kimliğinin belirlenememesi durumunda, bu belirleme yapılıncaya kadar gözaltına alınması ve tutuklanması olanaklıdır.
Susma hakkının kapsamına girmeyen başka bir istisna, kendiliğinden yapılan açıklamalarla, itiraflarla ilgilidir. Örneğin, ... nedeni ile birini öldürdükten sonra polis merkezine giderek teslim olan kişinin, kendiliğinden yaptığı açıklamalardan önce susturulması, avukatın getirtilmesi söz konusu olamaz. Ayrıca, meşhut suç sırasında takip edilen kişinin söylediği sözler bakımından hukuka aykırı kanıt var sayılamaz.
Bazı şeyleri bilirken susmak, bilmezken konuşmak/söylemek ile eşdeğerdir. Bazen/çoğunlukla ikisi de kötü ve yanlıştır.
( Susmak, dinlemek, konuşmak ve yazmak için binbir nedenini okumak için...
[ www.FaRkLaR.net/SUS | www.FaRkLaR.net/Dinle | www.FaRkLaR.net/KONUS ] )
Anlık: "Kadın - erkek" ayrış(tır)ması ve sorunlarını da çok görüyoruz...
Anlık: İnsan haklarıyla birlikte çocuklar için de özel haklar olsa gerek...
B (bile değil): Evet. Çocukların da neseb, miras, vasıf ve vasiyet hakları gibi temel hakları olduğu gibi felsefî ve hukuksal hakları da gözetilmesi gerekenlerdendir.
Çocukların, refah hakkı, korumacı hakları, yetişkin hakları ve ebeveyne yönelik felsefi hakları olduğu gibi olumsuz, olumlu ve etkin durumlarda/koşullarda da hukukî haklarını ayrı ayrı sağlamak ve takip etmek durumundayız.
Anlık: Adımızı belirleme ve değiştirme olanağı da bu haklar arasında olsa gerek...
B (bile değil): Çevremizdeki tüm varolanlarla, nesneler ve kişilerle olan doğrudan ya da dolaylı ilişkilerimizde, zihnimizin olanakları ve gelişmişliğiyle çeşitli araçlar ve kısaltmalar, kısayollar kullanırız. İmgeleme olanağımızı, çeşitli simgeleri kullanarak ötekilerle paylaşır, ortak alana getiririz. Bunların en başında ad verme olanağımız bulunur.
Nesnelere, durumlara, koşullara ve olgulara ad verdiğimiz gibi kişilere ve kavramlara da ad vererek yaşamımızı (kısmen) "kolaylaştırarak ve hızlandırarak", sürekli ve güvenilirlik sağlamak üzere daha nitelikli kılmaya çabalarız. Hukuk da felsefe ve matematik gibi sahip olduğumuz evrensel koşulların dilini konuşmamızı ve göstermemizi daha olanaklı kılar.
Doğadaki varolanlara, zihnimizdeki bilgi ve kayıtlara ad verdiğimiz gibi çocuğumuza ve kişilere de ad veririz. Aşımızı, işimizi ve eşimizi çeşitli koşullar ve kişisel isteklerimizle yaşamımızdaki çoğu önemli(öncelikli) olanı, tekrar tekrar belirlememize karşın kendi adımızı belirleme noktasında yeterince düşün(e)mediğimiz de dikkate alınması gereken önemli noktalardan biridir.
Ad verme olanağımız, -harf ya da rakamla- simgelendirmeye ve sese dayalı bir araçsallıktır. Latin harfiyle iki ve üzeri harften oluşan hece ya da sözcükleri ad "sayarken" ve tek harften oluşan bir ad vermeyi nesne ya da kuruluşlar için kullanabilirken, Elif, Mim, Nun ad ve soyadı kullanımının kültürümüzde yeri olmasına karşın kişi adı olarak Latin harfiyle okunuşu ve yazılışı tek harften oluşan bir ad pek düşünül(e)memektedir. Kişilere, güneş, çiçek gibi doğa nesneleri ve çeşitli kavram ve imgeler yakıştırırken, sadece kendilerini anımsatabilecek bir harf ya da araç kullanmayı, kendi "yüklemelerimiz" ve "rahatımız" için uzak görülmektedir. Bu sorunun çözümü, dâvâ konusu ve mahkeme işlemi olmak yerine imza sirkülerinin istenildiği gibi değiştirebilmesiyle birlikte adın da Noter aracılığıyla değiştirilebilmesini gerektirmektedir.
[bkz. Ad/ım/ız Üzerine... ]
Anlık: Bağımlılaştırma da insan haklarını hiçe sayan insanlık suçlarına giriyor olsa gerek...
B (bile değil): Ne yazık ki, insan haklarının ihlâlinde çok ağır, aşırı ve orantısız suçlar bulunmaktadır. Bunlar, soykırım başta olmak üzere işkence, şiddet, terör, düşmanlık, ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme, köleleştirme, nefret söylemleri, insan kaçakçılığı, örgen ticareti ve özellikle de bağımlılaştırmadır.
Uyuşturucu ve özellikle de sigara kullanımının artırılması çabasındaki düşük "zihinliler", sadece tek adımı önemseyen pis çıkarcı ve ticarî görünüşte olan "meşrû" sigara firmalarının ve de suç odaklarının yoğun çabaları, "hükümetlerin" ve "siyasetçilerin" bu alandaki isteksizlikleri ve yetersizlikleriyle kısmî ya da çoklu desteği, bireylerin kayıtsızlıkları ve akılsız "zekâları", bu alandaki sorunların önü alınamaz yüksek seviyelere çıkmasına neden olarak insan hakları mücadelesinin en zayıf ve en baştaki sorunu durumundadır.
Sigara(tütün vb.), esrar ve çeşitli kimyasal uyuşturucu kullanıcıları, bireysel haz ve çıkarlarını esas alarak, keyifçiliklerinin ağır bedellerini, her bireyin sırtına, çok çeşitli sağlık, ekonomi, hukuk sorunu ve suç unsuru oluşturan yönleriyle yüklemektedir.
Trilyonlarca dolarlık karşılığı olan bu büyük sorunun çözül(e)memesi için de tüm dünya ve özellikle de bu konuda sessiz, "anlayışlı" kalan içmeyenler de sanki iş ve söz birliği yapmışçasına, odaklarını, yüzlerini ve değerli sözlerini, daha düşük oranda yaşanılan, tabii ki onların da olmamasını dilediğimiz öteki belirgin ve yeterince tepki gösterilen ya da gösterilmeyen insanlık suçlarına kısmen çevirmiş durumdalar. Paranın bu çaptaki gücü karşısında durabileceğimiz tek güç olan bilgi ve bilinç sahibi olarak direnmeyi ise önemsiz/değersiz/etkisiz görmekte ve göstermekteler.
[Bu süreç ve mekanizmaların nasıl işle(til)diği, en çok izlenen dizi olan
"Breaking Bad" ve "Narcos" dizilerinde ayrıntılarıyla görülebilir.]
Bu sorunun hemen ardından gelen büyük sorun ise kahve tüketimiyle bambaşka bir kulvarın daha oluşturulmasıyladır. Bu ürünün de ülkeler ölçeğindeki oranı milyarlarca dolarla ve dünya çapında da trilyonlarca dolarla dönüyor olmasıdır.
Bireylerin, tek bir içimlik olarak "gördüğü" "çıkar" ve küçük hesapların, birileri tarafından ne kadar büyük hesaplarla ve insanlığı sömürücü, köleleştirici "profesyonellikle" sürdürüldüğünün acı gerçeklerindendir.
İnsan Hakları'nın önemi ve önceliği, varolan değer ve olanakları kendi elimizle bozmadan, yıkmadan ve bazı şeyleri koruyarak gerçekleştirebileceğimizin önemsiz görülmemesiyle başlamak zorundadır. Bu çözümün, aynı anda o kadar kolay ve yalın olmasından dolayı, gözünün önündeki ve elindeki olanaklardan uzak kalmasına neden oluyor ne yazık ki.
İnsanlığın tüm sorunlarını, haksızlıklarını ve suçlarını bireysel olarak sırtlanamayacak olsak da her birimizin, kayıtsız durarak sorunun parçası olmak yerine çözümün bir parçası olabileceği binlerce durum, tutum, tavır, sosyal medya paylaşımı, eylem ve söz vardır. Yeter ki, kendimize, "Çözümün neresinden tutabilirim?" ve en azından, "Sorun oluşturmaktan ne kadar uzak durabilirim?" sorularını soralım.
[bkz. FaRkLaR.net/BAGIMLILIK ]
Adâletin gerekliliği ve önceliği,
Anlık: Şimdi de varoluşumuzun ve ne olduğumuzun koşullarına mı değineceğiz?
B (bile değil): Temel ve fiziksel koşulların sağlanmasıyla gövdemizin gereksinimlerini çözmüş oluyoruz. Öteki varolanlardan ayrıştığımız özelliğimizle zihinsel koşulların da sağlanması gerekiyor. Bu koşulların da çok sayıda ve çok daha geniş alanlarda konu edilebileceğinden dolayı bazı sınırlandırmalara gereksinimi vardır. Bu sınırlandırmaları da belirli ölçüler ve dengelerle sağlamak gerekir. Tam bu noktada, hukuk, adâlet, özgürlük ve meşrûiyet başlıkları devreye girer.
Yaşamın, çeperdeki 360 (milyon) derecenin/noktanın ya da kişinin bulunduğu dairenin,
tek bir merkezi vardır. O da ancak, adâlettir. Bu, atmosferdeki ve yeryüzünde bulunan merkezdir.(1)
Adâletin merkezinde ya da temelindeki magma tabakası ise rızâdır.(4) Eşitlik değildir!
Rızâ, öncelikle bilgi/haber sahibi olmayı/kılmayı sağlayarak gerçekleşebilir. Başka bir deyişle, rızânın ilk ayağı, dayanağı ve kaynağı, bilgi/haber verme ya da almadır.
( Adâletin kaynağı da, hedefi de, durumdaki/olaydaki ilgili iki kişiden birinin, eğer çok sayıda kişi varsa hepsinin rızâsıdır. Adâlet, insanı (haklarını/hukuku) ve de kişinin/kişilerin rızâsını almaktır! Ya da kişinin/kişilerin rızâsını alabilecek/alacak biçimde düşünmek, konuşmak, hareket etmek ve yaşamaktır. )
Çeperde bulunan noktaların birleştirilebilmesi, ilişkide olabilmesi ve kalabilmesi, dairenin sınırlarını gösterebilecek çizgi/sınır çekilmesiyle yani tüze(hukuk)(2) ile sağlanır. Bu daire/alan içinde, adâlet ile hukuk arasındaki patika yolların oluş(turul)ması, olmazsa olmazımız olan özgürlüktür.(3) Özgürlük yolları(mızı) sağlamlaştırabilmek ise geçerliliğin(meşrûiyetin) nitelikli, ortak araçları ve koşulları(hareket/spor, felsefe, bilim ve sanat) ile sağlanabilir.
----------------------------------------------------------
Adâlet Dairesi
Adâlet, dünya barışının temelidir.
Dünya bağının sınırlarını devlet belirler.
İşte bu devlet duvarını inşâ edecek, devlete düzen sağlayacak olan hukuktur.
Siyasi güç olmaksızın hukuk, yaptırımlarını yerine getiremez.
Siyasi gücü, askeriye korur.
Askeri gücün yaşamasını ekonomi sağlar.
Ekonomik gücü halk sunar.
Halkın birliğini sağlayacak olan ise adâlettir.
--------------------
(Adl'dir mucib-i salâh-ı cihan
Cihan bir bağdır, divan devlet
Devletin nâzımı şeriattır
Şeriata olamaz hiç hâris illâ mülk
Mülk zabteylemez illâ leşker
Leşkeri cem edemez illâ mal
Malı cem eyleyen raiyettir
Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl.)
Anlık: Kişinin rızâsının aranılmayacağı yerler ve durumlar var mıdır?
B (bile değil): Hukuksal ve toplumsal olarak kişinin sorumluluğunun bulunduğu çok sayıda durum ve ortam vardır. Örnek olarak kişisel veri işlemede ve gümrükte, kendiyle, yanındaki çocuk ya da sahip olduğu nesneyle ilgili belgeyi/kanıtı ortaya koyma sorumluluğu ve zorunluluğu bulunmaktadır. Bu tür denetlemelerde "rızâm yoktur" deme olanağı söz konusu olmaz.
Bunlar dışındaki bazı zorunlu, özel ve belirli durumlar dışında kişinin rızâsı olmaksızın hareket etmek doğru, hakkaniyetli ve âdil değildir.
Yaşamı oluşturan, sürekli ve nitelikli kılan, ne yapmayabileceklerimizdir. Kişi, kendi ve başkalarının haklarından yani insanlık haklarından, varoluşsal ve felsefî olarak vazgeçemez.
Anlık: Rızânın, her ortam ve koşulda önceliği vardır...
B (bile değil): Trafik ve trafikteki durumumuz, bireysel, toplumsal bilgi ve bilinç seviyemizin ilk göstergesidir. İnsan/kişi haklarının ve ilişkilerinin hangi seviyede olduğunun da apaçık bir fotoğrafıdır. İlginç olanı ise kalabalık bir alanda/yolda/kaldırımda yürürken, kol ya da omuzları birbirine çarpan kişiler arasında pek sorun ya da kavga çıkmazken, sanırım kendini araç, yol ya da kural hapishanesinde "gören" sürücüler arasında neredeyse terör oluşturma seviyesine gelinmektedir.
Kişiye ait arabaların sayılarının ülkemizde çok olması [ya da artmasının "teşvik ediliyor" olması], yolların eski olanaksızlıklara göre düzenlenmiş olması, önceliği arabalara vermek için geçerli bir neden değildir/olamaz! Tam tersine, konumları/sıraları en sondadır!
Bireyin ve toplumların gelişmişliğindeki/uygarlığındaki ilk göstergelerden olan bisiklet kullanımının artırılması ve teşvik edilmesindeki önem de doğa ve insan haklarının tesis edilmesindeki yeri, işlevi yüksek ve önceliklidir.
[Bu zihniyeti geliştirmeyi ve yaygınlaştırmayı, her birimiz haklarımıza sahip çıkarak daha da hızlandırabiliriz! Sizin de farkındalığınız, desteğiniz ve katılımınızla gerçekleşecektir!... Lütfen!!!]
ENGELLİ/LER ve/< HASTA/LAR ve/< YAŞLI/LAR ve/< ÇOCUK/LAR, ÖĞRENCİ/LER ve/< HANIM/LAR ve/< YAYA/LAR ve/< BİSİKLETLİ/LER ve/< MOTOSİKLETLİ/LER ve/< ACİL DURUM ARAÇLARI[hasta taşıma, itfaiye, polis] ve/< TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI[raylı düzenekler öncelikli olmak üzere!] ve/< ARABA/LAR ve/< AYRICALIKLI/LAR
[her seviyedeki/konumdaki resmî makam araçları (her ne kadar güvenlikleri "önemli/öncelikli" sayılsa da!)]
Anlık(Zihin): Peki tüm bunlar nasıl sağlanabilir?
B (bile değil): Felsefe, matematik ve tüze(hukuk) araçları dışında hiçbir fren, bizi ve hızımızı kesebilecek, duruş mesafemizi kısaltabilecek, anlık ve fiziksel sınırlarımızı sağlamlaştıracak kadar yardımcı olamaz.
Felsefe ile olan-biten her şeyi, ancak nitelikli sorgulayabilme bilgisi ve becerisi ile anlığımızı, düşünce, duygu ve davranışları(mızı) anlama olanağı elde ederiz. Tanıyanı, tanımadığımız, yani anlığımızın işlevlerini ve işleyişini tanımadığımız sürece hiçbir şeye ulaşamayız
Matematik altyapısı olmadan ve bu bilinci geliştirmeden de hiçbir gelişmeye, bilime, teknolojiye ve dünyaya ayak uydurmak olanaklı değildir.
Anlık: Yaşamımızdaki çoğu soruna önerebileceğiniz çözümler/çareler nelerdir?
B (bile değil): Çözümlerin, karmaşada değil yalınlıkta,
ne yapmayabileceklerimizde olduğunu sürekli anımsamamızda...
Eşikleri bilmekte/anımsamakta, uclarda ve "sonuçlarda" değil aralıklarda/süreçlerde (dengeli/dengede) yaşamamızda!...
Sonuçların, süreçlerden koparılamayacağını ve öncellenemeyeceğini,
süreci düşünmeden ve konuşmadan, sonuçlardan bahsedilemeyeceğini akılda tutarak, "Sonuçta ..." diyerek son sözü kendimize ait kılmadan,
süreci göz ardı etmeden ve engellemeden konuşmamızda!...
Sorunların, esastan değil yöntemden/usûlden kaynaklandığını,
çözümlerin ve önceliğin, yaklaşımlarımızda, yöntemlerimizde,
üslûbumuzda olduğunu iyice anlamamızda ve sürekli anımsamamızda!...
Herhangi bir işimizde/eylemimizde ve sözümüzde,
hız yapmamamızda ve özen göstermemizde!...
( Trafik işaretlerine uyabileceğimiz/(")uyduğumuz(") gibi! )
Birbirimize, dikey ya da yatay ilişki düzeylerinde,
"ne yapacağımız" dayatmalarından vazgeçip
her birimizin, uyarı ya da zorunluluk noktasına getirmeden,
ne yapmayacaklarımızın bilinciyle hareket etmemizde!...
( Kişilerin keyfîliklerinde değil hepimiz için geçerli,
ortak gereksinim ve özgürlük alanlarına yönelmemizde!... )
Yaptığımızın ve aldığımızın "kâr",
yapmadığımız ve verdiğimizin yarar olduğunu anımsamamızda!...
Herhangi (yeni) bir şeyi ya da birbirimizi anlamanın,
anlatılan/gösterilen/paylaşılan şeyin ne olduğuna,
ne kadar farklı ya da yeni olursa olsun, önyargısız ve
daha önceki "bilgi/bellek kayıtlarımız"dan hareketle ya da "süzgecimiz"le değil
(en azından) anlama çabasında olmamız gereken o an ya da
belirli bir zaman/zemin sürecinde,
1. Nötr Olma | 2. (Nitelikli) Soru Sorma gerekliliğini anımsamamızda!...
[ Anlamanın sesi olan hmmm ile! ]
Kişisel/toplumsal yönetim ve yaşam/a "oyununun",
"0-1 / YA, YA DA" "kuralı/mantığı" üzerin(d)e(n) değil
"HEM, HEM DE; NE, NE DE" kuralı/mantığı üzerin(d)e(n),
yaşayışımız ve işleyişimiz ile sürdürdüğümüzü anımsamamızda!...
( Elimizi, pisliğe değdi diye kesmeyip yıkadıktan sonra yemek yaptığımız gibi! )[ www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/ 3965 ]
Herhangi bir düşünce/konu/durum/kişi ve sürecini,
üzerinde (yeterince) düşünmeye bile başlamadan,
olumsuzluk, inançsızlık, karamsarlıklarımızla ve
yanlış/isabetsiz sözlerimizle, karşılıksız "(ön)yargılarımızla" bitirmemizin ya da "tedbirciliğimizle" engellememizin, hiçbirimize ve hiçbir işimize,
ne bugün, ne de gelecekte yaramayacağını anlamamızda!...
Hiçbir canlının, bir başka canlıdan daha üstün ya da önce olmadığının,
tüm varolanları, ancak bazı artı ya da eksileriyle değerlendirip,
ne insanın, ne de başka bir "özellik"/"nitelik" ya da "gücün",
doğayı, çevreyi, ötekileri ve özellikle de hayvanları sömüremeyeceğini ve
hepimizin, hiçbir ayrım olmaksızın, birbirinden ayrılamaz bir bütünün parçası olduğumuzu anımsamamızda!...
Kendimizi, ayakta, dikey | durumda görerek değil
O küre/yuvarlak biçimdeki bir bütün ve
tüm bütünlüklerin önemli bir parçası olarak görüp
birbirimizle, yaşamda, doğada ve
doğayla uyumlu bir akış/yuvarlanış içinde olmamızda!...
Eşitliği, adâlet ile karıştırmadan, hiçbir ayrım olmaksızın, hepimizin, ancak,
olanakların/fırsatların, tıbbın(hekimin) ve adâletin(hakimin) önünde
ve de yaşam oyununda eşit olduğumuzu anımsamamızda...
Adâlet ve tüze(hukuk) düzeninin/dairesinin,
tüm ilişki ve süreçlerin merkezinde/göbeğinde olduğunu,
yaşamın, toplumun en önemli(öncelikli) ve olmazsa olmaz koşulu olduğunu anımsamamızda ve bunu sağlamamızda!...
( Adâlet, insanın (bir kişinin), Rızâ'sı üzerine kuruludur.
Rızâ'yı sağlayan şey de bilgi/haber vermektir. )
"Ben kurtuldum, gerisi ne olursa olsun" saçmalıklarıyla,
"Altta kalanın canı çıksın" boşvermişliğiyle köşeleri tutarak değil
birbirimize (yeni) alanlar, olanaklar/fırsatlar açarak yaşamamızda!...
"Çoğunluğun" değil azınlıkların,
güçsüzlerin koşullarına göre düşünme ve hareket etmemizde!...
Çözümün bir parçası değilsek, sorunun bir parçası olduğumuzu ve
karanlıktan şikâyet edeceğimize,
bir mum yakmamız gerektiğini anımsamamızda...
Bazen, bir "ilke(miz)" için tüm bireylerden vazgeçebildiğimiz gibi;
yeri/zamanı geldiğinde de, bir kişi için tüm "ilkelerimizden"
vazgeçebileceğimizi anımsamamızda!...
Kişilerin/kendimizin değil kavram, olay/olgu, durum ya da ayrıntıların öncelikli olduğunu, konuların bize göre değil bizim konu/durum ve kavramlara göre düşünüp hareket etmemiz gerektiğini,
"sen / ben" sözlerinin, hedef değil hitap amaçlı kullanılması gerektiğini anımsamamızda, birbirimizle ve kendimizle/geçmişimizdekilerle didişmememizde!
( "Haklısın!", "Doğrusun!" gibi haklılık/haksızlık, doğruluk/yanlışlık gibi bir "tespitin" söz konusu olmaması, "Doğru söylüyorsun!" değil "Doğru!" sözünün yeterli olması gibi! )
( Kişilerle, düşük/yetersiz zihinler/kişiler; olaylarla, ortalama zihinler/kişiler; düzenle, ileri zihinler/kişiler uğraşır. )
Yeterli ve yetkin bilgi sahibi olmadan,
(keyfî/aşırı) yorum yapamayacağımızı anımsamamızda!...
"Oy çokluğu" ile değil
oy birliği ile karar almamızda ve uygulamamızda!...
Kötülerin içinde(ehven-i şer) nispeten daha iyi sayılan "Demokrasi"nin,
"550 kişiyle", "temsilî" olarak mecliste değil
her birimizin katılımıyla, 5, 55 ya da 550'şer kişilik buluşmalar ile
sokaklarımızda, pazarlarımızda, meydanlarımızda!
Karşı(lıklı) durarak değil
yan yanalıkta ve sırt sırta vermemizde!...
Komşuluk ilişkilerimizi tekrar gözden geçirip
dayanışmayı, sürekli anımsamamızda!...
Ortak alanlarda, özellikle trafikte ve toplu ulaşımda,
birbirimize öncelik tanımamız/sunmamız ve saygı göstermemizde!...
Mücadelenin, aramızda değil
doğanın ve yaşamın yüklerine/açıklarına yönelik,
birlik ve dayanışma içinde olmamızda!...
( Doğal yaşamda ve kırsal/köy yaşamındaki gibi
imece yöntemini uygulamamızda!... )
"Niyet okuma"yı, geleceğe "don biçmeyi" bırakıp,
bugünü/geleceği ve yaşamı(mızı),
davranış ve tutumlarımızda inşâ etmemizde!...
Kader'imizi, her an kendimizin oluşturduğunu/"yazdığını";
( davranış ve tutumlarımızla, gözümüzde[bakışımızla],
dilimizde[sözlerimizle] ve elimizde[yaptıklarımızla] )
Karma'mızı, ne yapmayacaklarımızla temiz tuttuğumuzu anımsamamızda!...
( "My Name is Earl" dizisi de izlenebilir/izlenmelidir. )
Farkındalığın paylaşıldığı ve ümidin aşılandığı,
"Yeğleme/Tercih etme" ve rica "Lütfen" dönüştürücü söz(cük)leriyle,
"dayanamadığımız" kişi/"kesim", olay/olgu, durumlar/koşullar/engeller,
"sıkıntı" ve "sorunlar/ımız" karşısında da,
varoluşsal, zihinsel denge ve sigortamızı sağlayan,
"Böyle" ve "Bu da var!" sözlerini [içsel ve sonsal] kullanarak,
farkındalıklı bir yaşam sürdürmemizde!...
Sözlerin başında ya da sonunda, bilinçsiz ve yersiz/yanlış kullanılan,
tüm düşünce ve ilişkilerimizde, doğrudan ve geri dönülemez,
olumsuz "etkileşimler" yaratmaları nedeniyle,
az kullanılması ya da kullanırken çok dikkat edilmesi gerekenlere
özen göstermemizde!...
[ "Zaten ...", "Sonuçta ...", "Aslında ...", "Sadece ...",
"Herkes/Hiç kimse ...", "Hep/Hiç ..." ]
İşleri ve sorumlulukları,
ona(şuna/buna) bırakmakta/yıkmakta değil
kendimizin üstlenmesinde!...
Her(hangi bir) işin, sadece o işe başlayana kadar ve/veya
elimizi değdirene kadar olduğunu, tüm uzun/kısa yolculukların/süreçlerin,
tek bir adımla başladığını anımsayarak,
vazgeçmeden, ertelemeden, üşenmeden,
cesaretle, düşünme/konuşma ve eyleme geçmemizde...
Devleti, dernek/vakıfları, işimizi, evimizi ve tüm ortak alanlarımızı,
daha iyi/verimli yönetebilmek üzere şeffaflaşmamızda!...
Hazırcılık, kolaycılık, tembellikten uzak durup
ekonomiyi düzeltmek ve masrafları/faturaları azaltmak üzere,
"çok tüketerek" tükenmemiz değil daha çok/verimli ve nitelikli üretmemizde!...
Üretim ve tüketim döngüsünün,
önce alıp sonra vererek, "alış-veriş" ile değil
önce verip sonra alarak, "veriş-alış" döngüsü olduğunu anımsamamızda!...
( Verebileceğimiz hiçbir şey olmadığını düşündüğümüz zaman bile her şeyin önce bir gülümseme ile başladığını anımsayarak! :) )
Zihnimizi [gözümüzü, elimizi, dilimizi]; zararlılara değil yararlılara;
kötülüklere değil iyiliklere; yanlışlara değil doğrulara;
çirkinliklere değil güzelliklere yönlendirmemizde!...
Olmadık alışkanlıklarımız ve bağımlılıklarımızın kısır döngüsünde değil
aklın ve düşüncenin,
kavramsallık, ilkesellik ve evrensellik alanlarında buluşmamızda!...
Çocuğuna taparlık ve alaycılık alışkanlığından uzak durmamızda!...
Kendimizi tanımanın ve gerçekleştirmenin altı alanında,
[ Soluk | Beslenme | Psikoloji | Fizyoloji | Eşeysellik | İletişim ]
daha etkin ve yetkin bilgi sahibi olarak kendimizi ve yaşamı yönetmemizde!...
Yaşamımızdaki, en önemliler ve/veya olmazsa olmazları anımsamamızda!...
[ Kullanılagelenler ] [ Uygulanagelenler ]
1. SAĞLIKÖZGÜRLÜK | 1. DOĞA ve DOĞALLIK
2. ZAMAN ve ENERJİ | 2. UYUM ve BÜTÜNLÜK
3. BİLGİ ve FARKINDALIK | 3. GELİŞİM ve DEĞİŞİM
__________________________________________
K O Ş U L S U Z S A Y G I ve S E V G İ
Toplumsal ve özel yaşamımızdaki tüm ilişki, iletişim ve paylaşımlarımızda,
Karıştırılmaması Gerekenler'i ve Farkında Olmamız Gerekenler'i
sürekli anımsamamızda!...
( Genel ile Özel | Birincil ile İkincil Olan | Araç ile Amaç | Süreç ile Sonuç | Kuram ile Uygulama | Korku ile Kaygı )
Felsefe'nin kavramsallık ışığında,
Bilim'in terimlerini kullanarak,
Edebiyat'ın deyimleriyle derinleştiğimiz yolculuklarımızda!...
Öncelikle çocuklarımız ve kendimiz için
Spor, Sanat, Felsefe ve Bilim'i teşvik etmemizde!...
Dünyanın hızına ulaşmayı, ayakta durmayı ve kendimizi savunmayı,
silah(süngü) ile değil ancak bilişim ile sağlayacağımızı,
tüketici olan "fare/telefon" kullanıcılarını değil
üretici olan klavye kullanıcılarımızı artırmamızda!...
Karbon ayak izimizin azal(tıl)acağı,
çevrenin ve doğanın dengelerine katkıları ve artıları yüksek olan,
uygarlığın ve teknolojinin en yalın göstergesi/aracı olan bisikletin,
bireysel ve toplumsal alanlarımızda daha fazla bulunmasında!...
"Batı"da / "Doğu"da, orada burada değil yer altı ve üstü kaynaklarıyla,
Anadolu coğrafyası, kültürü ve bilgeliğimizde!...
Vatanımıza/evimize(bayrağımıza) ve
dilimize(sancağımıza) sahip çıkmamızda!...
Çeşitli olay/olgu, durum ve koşullarda,
genelleyici, indirgeyici, özdeşleştirici düşünemeyeceğimiz ve
köktenci, toptancı, sonuç odaklı,
keyfî "çözüm" ve yaklaşımlarda olamayacağımızı anımsamamızda!...
( En az 3 kuşağın [çocuk/genç - baba - dede], bilgisizlik ve bilgeliğin
aynı dönem, mekân ve koşullarda birarada olduğunu;
4 mevsimin sıcak ve soğuğunda da ayrı ayrı ve
tekrar tekrar yaşamak zorunda olduğumuz gibi! )
İçimizdeki (ve dışımızdaki) tüm çocuk(luk)larımıza sarılarak ve de
onu/onları gölgede bırakmadan,
yaşamı(mızı), bir çocuğun gözü ve kalbiyle yaşamamızda...
Çırak ve kalfa olmadan, usta olunamayacağını,
ayırma bilgi ve becerisinin (çıraklık),
"birleştirmekten" (ustalık) ve her şeyden önce geldiğine,
kendimize, çevremize ve olgulara/oluşumlara zaman tanıyarak,
değişime ve gelişime, süreçlere rızâ ve sabır göstermemizde!...
Konuşulamayacak ve konuşarak çözülemeyecek
hiçbir konunun, ayrıntının ve sorunun olmadığını,
doğa ve olguların yönetiminde, ancak konuşarak anlaşabileceğimizi,
ne sürekli "konuşmanın", ne de tamamen "susmamızın",
yeterli/uygun olmayacağını, doğru zaman ve zeminde,
yeterli oranda, hem konuşabilmemizin, hem de susabilmemizin gerektiğini anımsamamızda ve
tüm bunların dengesini kurabilmemizde!...
( Doğa ve sorunlar karşısında, derimizin kalın olmadığı,
pençemizin bulunmadığı, fakat elimiz, dilimiz ve aklımızla,
ancak konuşarak çözümler üretebildiğimiz gibi! )
Tüm çözümlerin,
dışarıda, uzakta, ötekinde değil
yalınlık ve yavaşlıkla,
içimizde, yakınımızda ve kendimizde olduğunu anımsamamızda!...
"Şu" ya da "bu", "şöyle" ya da "böyle" olmamızın gerekmediğini,
yaşamdan, birbirimizden ve kendimizden beklentide olduğumuz tüm kalıp ve kabuller yerine süreçte olduğumuzun ve sadece varoluşumuzun yeterli olduğunu anımsamamızda!...
Bir şey yapmadan ve söylemeden önce en az, saniyenin milyonda biri kadar,
Anlık: Yaşamdaki yerimiz ve amacımız da şu olsa gerek...
B (bile değil): Evet. Yaşam amacımız da, sürecimiz de,
CEMÂL GÖRMEK ve/||/<> KEMÂL BULMAK ve/||/<> RIZÂ DEVŞİRMEK 'tir.
Böyle olmalıdır ve de sürmelidir. Çevremizdekilerin gönlünü yapmak ve rızâlarını kazanmak için çaba göstermemiz gerektiği kadar uzakta ya da tanımadıklarımızın rızâsını kazanmak durumundayız...
Tabii buna hayvanların yaşam hakkını sunmayı ve sağlamayı da eklemek gerekir. Hayvanları, mal, kaynak ve köle olarak kullanmak, gövdelerini ya da kendileri ve yavruları için olan ürünlerini de kendi kulvarlarında bırakmak, onları sömürmemek, onlardan üstün ve ayrıcalıklı olmadığımızı anlamaktan geçer. "Ezberlerimizi", "kalıp" ve "kabullerimizi" terk edip aklımızı kullanma, adâleti, insan kadar hayvan için de tesis etme çabamızla sağlanır.
( "Düşün-ü-yorum" Dergisi'nin, "İnsan Hakları" konulu yıllık yayını için yazılmıştır. )
Özellikle Tüze(Hukuk) alanındaki FaRkLaR'a şu adresten
[ www.FaRkLaR.net/tuze | www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/51106 ] ve
sözcükler ve kavramlar arasındaki dizinlenmiş onbinlerce farka,
FaRkLaR Kılavuzu'ndan [ www.FaRkLaR.net ]
sürekli ulaşabilirsiniz...
[www.FaRkLaR.net/kisiselgelisim ve www.FaRkLaR.net/ilim-irfan sayfalarından da yararlanılabilir.]
Kendi haklarımızı ve başkalarının haklarını tanımamıza yardımcı olabilecek çok önemli iki çalışma ise bir kâğıtta( ya da bilgisayarda/cep telefonunda), iki ayrı sayfada öncelikle "Ne yapmayabileceklerim"i/zi, ötekine ise tam ve kesin olarak "Hayır!" dediklerimizi, diyebileceklerimizi yazmamızdır.
Giyinmek, öncelikle toplum (ve düzeni/sağlığı) için
ancak daha sonra kişinin kendi içindir.
Anlık: Yazmak bu kadar mı önemlidir?
B (bile değil): Kişi, kendini, üç ayna karşısında tanıyabilir ve gerçekleştirebilir.
İlk aynamız, öteki aynasında yani anne ve başka kişilerle olan ilişkilerinde, paylaşım ve iletişimlerimizdedir.
İkincisi, doğada ya da cam/ayna, metal, kamera gibi nesnelerdeki yansımalarındadır.
Üçüncüsü ise yazı aynasındadır, yazdıklarımızın ve yazabileceklerimizin yansımasındadır.
Yazma eylemi, ilk ikisi gibi dolaylı olmayıp doğrudan, kişinin kendini, zihnini ve yaşamını karşısına koyup gözlemlemesini ve düzenlemesini sağlayan, yaşamın gelişine ya da kendi "hazzına ve keyfî kararlarına" düş(ür)meyebileceği eylem ve tutumdur.
Yaparak, eyleyerek ve "Yaptığını yaz, yazdığını yap!" ilkesiyle -ancak yazarak-
kendine hizmet etmekle her bir kişiye, insanlığa hizmet etmiş ve yaşama katılmış olur.
Bir'e hizmet, bin'e hizmet;
bin'e hizmet, bir'e hizmettir.
-------------------------------------------
Kişi, ne yaparsa
kendi yapar, kendine yapar.
kendi yapar, kendine yapar.
Anlık: Kimlik, kişilik ve kendilik arasındaki ilişki ve farklar nelerdir/nasıldır?
B (bile değil): Kimliğimiz, topluluk ya da toplumda bulunan kişilerden, gövdemiz üzerinden, kayıtla, yazılı belge olan kimlikle, kemik, parmak/el/ayak izi, retina ve DNA gibi verilerle gözlemlenilen bir ölçüttür. Kişinin tensel varoluşu, belirlilik; tinsel varoluşu ise erekliliktir. Düzenin ve/ya da çevrenin etkisi ve katkısı ile oluşturulmuş olandır.
(Kişi, ancak gövdesiyle birlikte düşünülebilse bile bireyin, kendini, gövdesinden oluşan ya da gövdesiyle özdeş görmemesini gerektirir. Biz, gövdemiz değilizdir. Kişiler de "kadın" ya da "erkek" değildir. Dişil ve eril gövdesine[/hayvanına] sahip varolanlardır. Bütünlük olarak gövdeleriyle birlikte fakat anlam, değer ve haklar olarak sadece insandır.)
( www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/44494 ve www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/53117 başlıklarını da okuyabilirsiniz... )
Hukuk açısından da birey/kişi, gerçek ve tüzel olarak ikiye ayrılır. Birey olması da tüzeye(hukuka) ve bilgiye dayanır.
Kişilik ise zihnimizde, düşüncelerimizde, dilimizde ve eylemlerimizde, çevremizle ve ilişkilerimizde, yaptıklarımızda değil yapmadıklarımızda yansıyan; kişinin, kendi takip ederek ancak farkındalıkla, bilgisi, görgüsü, kültürü, sabrı, tahammülü, tenezzülü, ilim ve irfanı, aşk ve şevki ile ve de yokluk ile oluşturabildiğidir.
Kendilik ise bilinenin bilenini aramakla...
SABIR GEREK EVVELÂ
SONRA TAHAMMÜL
SONRA TENEZZÜL
SONRA İLİM, İRFAN GEREK
SONRA AŞK, ŞEVK GEREK
SONRA YOKLUK
Anlık(Zihin): "Hak" sözcüğüne de burada mı geçiyoruz?
B (bile değil): Kişi, biyo-psiko-sosyal bir varolan olmasıyla da sadece bir ötekinin varoluşuyla yetinemediği gibi üçüncünün ve daha çoğunun varoluşuyla toplumsallığını gerçekleştirmektedir. Toplum seviyesine gelemese de topluluk olarak yaşamaya başlamaktadır.
Varolmayı olabildiğince sürekli kılmak üzere temel gereksinimleriyle birlikte düşük seviyede de olsa bazı koşullara sahip olmak durumundadır. Temel koşulları sürekli kılmanın adı olarak "hak" sözcüğünü düşünmeye ve kullanmaya başlayabiliyoruz.
Uygarlık, toplum ya da topluluk, iki kişiyle değil üçüncü kişinin varoluşuyla ve haklarıyla dolayısıyla hakkın çoğulu olan hukuk/tüze düzenlemesiyle başlar. Hukuk, doğal, üretilmiş ya da türetilmiş varolanların, bulunulan bölge ve doğal/fiziksel koşullarda paylaşımı ve çocuğa, sonraki kuşaklara aktarımıyla yani "miras haklarına/hukuku"na dayanır.
Anlık: Hak ve haklar üzerine bilinmesi ve karıştırılmaması gerekenler nelerdir?
B (bile değil): Hak sözcüğünün, Arapça kökenli anlamı, doğruluk ve adâlettir. Farsça olan Hâk sözcüğünün anlamı ise topraktır. Tek ya da çift k ile Hak/k olarak ve çoğulu olan hukuk sözcüğünün anlamı, "Adâlet"tir. Çift k ile Hakk olarak Allah anlamına gelir.
İngilizce karşılığı, Right; Fransızca karşılığı, Droit; Almanca karşılığı, Recht;
Latince karşılığı ise Jus'tur.
Hak sözcüğü,
- tüze;
- türenin[tüzeye/hukuka uygunluk] gerektirdiği ya da birine ayırdığı şey, kazanım;
- dava ya da savda gerçeğe uygunluk, doğruluk;
- harcanmış/geçmiş emek;
- emek karşılığı ücret;
- doğru, gerçek
anlamlarına gelirken,
- maden, ağaç, taş üzerine, elle yazı ya da şekil oyma;
buna yakın bir anlamıyla da
- yazıyı, yanlışı kazıma
anlamında kullanılır.
Hak ile Sıdk arasında da özel ve yakın bir ilişki vardır.
hak, gerçekliğin, önermeye uygunluğu;
sıdk da önermenin, gerçekliğe uygunluğudur.
Hak kavramının, hizmet, hikmet, nasip ve bereket kavramlarıyla olan ilişkisini de ayrıca ve sürekli anımsamak gerekir.
Hak sözcüğünü, pay ve liyâkat ile karıştırmamak ve bazı hakkımız olduğunu zannettiklerimizin kökeninde "hazzımızın", "beklentilerimizin", keyfiyetimizin olup olmadığından emin olmamız gerekir.
Hak, "ayrıcalık/imtiyaz[Ar. < meyz]", "güvence" ve "güç" olarak görülmemeli ve kullanılmamalıdır.
Hak ile Had/Sınır arasında doğrudan bir ilişki vardır. Salt amaç olarak düşünülemeyecek ve kullanılamayacak olan özgürlük, hak ile sınırlanır ve hak ile sınırlanabilmektir. Özgürlük, haklılığı ya da karşılığı olmayan tüm düşünce ve tutumları dışarıda bırakmaktır.
Hak, zorunluluk değil/yerine rızâ ile sağlanabilecek bir kazanımdır.
Mağdur hakları ile sanık hakları da birbirleriyle ilişkili olmalarının yanı sıra ayrı koşul ve hakları içerir ve kapsar.
Hak, yerini bulur;
taş, gediğini bulur.
Anlık: Hakları, anayasal haklar, kişinin vazgeçilemez ve devredilemez haklarından başlatmamız gerekiyor sanırım.
B (bile değil): Tabii. Anayasayla devletin sınırlandırılması, temel haklar ve birey haklarının tanınması, korunması, güçlendirilmesi ve geliştirilmesi zorunluluğuyla başlıyor.
Haklar, ifade hakkı ve tüm öteki haklar;
sınırlandırılamaz ve sınırlandırılabilir haklar olarak ikiye ayrılır.
Hakları tesis ve teslim etmenin önceliği ve zorunluluğu, hakların haklarını, herhangi ya da hiçbir keyfiyete düşürmemek üzere saklı ve geçerli tutmakla sağlanmaktadır.
Kişi, kendi haklarını savunduğu, savunabildiği ve savunması, sahip çıkması gerektiği kadar başkalarının (insan) haklarını, toplum düzenini sağlamak üzere, hem kendinden başlayarak başkalarının, hem de başkalarından hareket ederek kendi haklarını; ne sadece kendi hakkıyla, ne de başkalarının hakkı önde olmak üzere, hakları ve kişisel haklarını, her zaman, zemin ve koşulda savunmak durumundadır.
Bilinçli bir kişi olmak ve bu doğrultuda bir yaşam sürmek üzere, ne varoluşunu, ne de aklını başkasına ihâle edemeyeceğini sürekli olarak anlığında bulundurmak durumundadır.
Anlık: Susma Hakkı'mızın önceliğine de değinecek miyiz?
B (bile değil): Susma Hakkı, tüm haklarımızın yanı sıra en temel, olağan ve tüzel(hukuksal) hakkımızdır. Susmak, strateji olarak kullanılabilmekle birlikte bir olanak ya da araç olarak değil bir hak olarak görülmeli, sunulmalı ve kullanılabilmelidir. Bu hakların anımsatılması,
"sarkıtılabilecek" değil anında, en kısa sürede anımsatılması gerekendir.
Susma hakkının tarihçesinde, John Lilburne'nin tutumu ve Miranda Uyarıları[Arizona - ABD], 1966'dan beri uygulanmaktadır.
1637 yılında, İngiliz tarihinin en renkli, en dramatik kişilerinden biri olan John Lilburne’un, halkı, yönetime karşı kışkırtan bir kitap yayımladığından dolayı tutuklanıp bu mahkeme önüne çıkarılması, susma hakkı konusunda bir dönüm noktası olmuştur. Lilburne, mahkemede, açıkça neyle suçlandığı hakkında bilgilendirilene kadar, sorulan sorulara yanıt vermeyi reddetmiştir. Bu durum, ceza yargılaması açısından, tarihin bize taşıdığı, susma hakkının kullanılması ile ilgili ilk durumdur.
Miranda Uyarıları
1. Sessiz kalma hakkınız vardır.
2. Söyleyeceğiniz her şey, mahkemede, aleyhinize kullanılabilir.
3. Herhangi bir soruya yanıt vermeden önce, avukat ile konuşma hakkınız vardır ve soruları yanıtlarken, avukatınız, yanınızda bulunabilir.
4. Eğer bir avukat tutamıyorsanız ve dilerseniz, size bir avukat belirlenecektir.
(İfade sırasında, herhangi bir anda, soruların öncesinde ya da sonrasında,
susma hakkınızı ve avukattan yararlanma hakkını kullanabilirsiniz.)
susma hakkınızı ve avukattan yararlanma hakkını kullanabilirsiniz.)
( 1- You have the right to remain silent.
2- Anything you say can and will be used against you in a court of law.
3- You have the right to an attorney.
4- If you cannot afford an attorney, one will be appointed for you. )
Anlık: Susma hakkımız üzerine bilinmesi gerekenler ve karıştırılmaması gerekenler nelerdir?
B (bile değil): Bir suçlama karşısında suçlamayı/ithamı inkâr etmek üzere değil kendimizden uzaklaştırmak üzere kullanmak ve yorumlamak gerekir. Suçsuzluğumuzu iddia etmek ile suçu/muzu inkâr etmek aynı şey olmadığı gibi birbirinin yerine de "algılanabileceğinden" ve "yorumlanabileceğinden", neyi, ne kadar söyleyeceğimize ve söylemeyeceğimize çok dikkat etmeyi gerektirir.
Tam susma, kısmî susma ve geçici susmanın arasında bazı farklar bulunmaktadır.
Tam susma, şüpheli ya da sanığın, muhakemenin tüm aşamalarında, suçlamanın tümü bakımından susmasıdır. Uygulamada çok sık rastlanılan bir susma çeşidi değildir. Şüpheli ya da sanığın, kendine yüklenen suç hakkında, hiçbir şey açıklamaması biçiminde ortaya çıkar. Ancak, şüpheli ya da sanığın, failliği hakkında tam bir inkârda bulunması, örneğin; "suçsuz olduğu"nu açıklaması ya da "olay yerinde bulunmadığı"nı söylemesi de, tam susma kapsamında değerlendirilmelidir. Şüpheli ya da sanığın, olaya ilişkin herhangi bir açıklamada bulunmaksızın, kimliğine ve kişisel durumlarına ilişkin bilgileri vermesi durumunda da tam susma söz konusudur.
Kısmî susma, şüpheli ya da sanığın, muhakemenin hangi aşamasında olursa olsun, kendine sorulan sorulardan bir kısmını yanıtlayıp bir kısmını yanıtsız bırakmasıdır. Şüpheli ya da sanığın, cinayeti işlediğini kabul edip, neden işlediği ya da cinayet aracını nereye sakladığı konusundaki soruları yanıtsız bırakması gibi.
Şüpheli ya da sanığın, muhakemenin bir aşamasında, olay hakkında konuşup başka bir aşamasında susması, geçici susmadır. Örneğin, şüpheli ya da sanık, soruşturma evresinde konuşmuş fakat koğuşturma evresinde susmuşsa ya da soruşturma evresinde susup koğuşturma evresinde konuşmuşsa, bu, geçici susmadır.
Sukut ile Sükût/iskât sözcüklerini de karıştırmamak gerekir.
Sukut/ıskat/iskat, düşürme, düşürülme; yok etme; hükümsüz bırakma; sadaka[ölünün azapsız kalması için dağıtılan] anlamlarında kullanılmaktadır.
(Iskat-ı cenîn de çocuk düşürme olarak kullanılmaktadır.)
Sükût/iskât ise susturma; tartışmada yanıt veremeyecek duruma getirme, ağzını kapattırma ve kandırma, "râzı ettirme" anlamlarına gelmektedir.
Kayıtsızlık ile karşılık vermeme de karıştırılmaması gerekenlerdendir.
Bir kişinin suskunluğunu anlamamak ve anlamaya çalışmamak, sözlerini de anlamaya niyetli, istekli olmamaktır. Ne yazık ki, işkence gibi âdil olmayan ve orantısız güç kullanılarak yapılan insanlık dışı "uygulamalar", kişinin susma hakkından uzaklaştırılması ve konuşturulması için yapılan saldırılardır. Kişi, susarak, ne ikrâr, ne de inkâr etmiş sayılamaz.
Kişilerin hatasından, yanlışından, suçundan, günahından haberimiz olabilir ve/fakat tövbesinden haberimiz olmayabilir.
[Dolayısıyla, kimseyi baştan, kökten ve doğrudan kınamamak gerekir!]
Anlık: Susma hakkımızın kullanımı ve yargılama sürecindeki işleyiş nasıldır?
B (bile değil): Susma hakkı, soruşturmada ve koğuşturmada olmak üzere ayrılmaktadır. Susmanın, hakaret olarak da görülmemesi gerektiği gibi uyarı ve destek olarak da görülebilmesi ve kullanılabilmesi gerekir.
Susma olanağı ve hakkı, âdil yargılanma hakkı, kendine yüklenilen suçu öğrenme hakkı, aydınlatma yükümlülüğü, savunma hakkı, bağışıklık hakkı, ifade serbestliği hakkı, avukat yardımı hakkı, masumiyet göstergesi, silahların eşitliği ve hukuk devleti ilkeleri, birlikte düşünülmesi ve uygulanması gerekenlerdir.
Susma hakkı ve aleyhine kullanmama zorunluluğu, suç kuşkusu altında bulunan kişinin, hem soruşturma, hem de yargılama sırasında, işlediği iddia edilen suçla ilgili olarak, kendine sorulan sorulara yanıt vermeye, bu yolda kanıt göstermeye zorlanamaması ve bu durumun, kişi aleyhine yorumlanamamasıyla birliktedir.
Yargılama sürecinde, suçlamaya karşılık olarak araştırma ve işbirliği içinde olunması gerekir. Araştırmada, vicdânî kanaat değil yasal kanıt öncelikli olarak aranmalıdır. Yargılama sırasında, susmanın yorumlanmasının genişliği, kullanıldığı aşama, avukatın, orada/yanında bulunması, zanlının bilgilendirilmesi gerekmektedir. Duruşmada susma, polis tarafından gerçekleştirilecek ifade alma sırasındaki susmaya nazaran daha geniş yorumlanır. Bu görüşe göre duruşma aşamasında, sanık, panik içinde ya da hazırlıksız olduğunu ileri süremez. Burada, kişinin bir hukukçunun yardımından yararlandığı, haklarından haberdar olduğu ön kabulünden hareket edilmektedir. Polisin, sorgusundan önce bilgilendirme yapması durumunda, susma, daha dikkatli irdelenmektedir.
Anlık: Susma hakkının istisnaları nelerdir?
B (bile değil): Kimlik bilgilerini (doğru) yanıtlama ve kendiliğinden yapılan açıklamalar ve itiraflar, susma hakkının dışında kalmış ve tutulmuştur.
Ceza davası, ancak suçlu olduğundan kuşku görülen kişinin, belirli olması durumunda açılabilir. CMK'nın 170. maddesinde, iddianamede gösterilmesi gereken konular arasında, şüphelinin kimliği de sayılmıştır. CMK'nın 147. maddesinin, 1. fıkrasının, a bendinde, şüpheli ya da sanığın kimliğinin saptanacağını ve şüpheli ya da sanığın kimliğine ilişkin soruları doğru yanıtlandırmakla yükümlü olduğu belirtilmektedir. Şüphelinin, kimlik ve adresi ile ilgili bilgi vermekten kaçınması ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunması, dolayısıyla kimliğinin belirlenememesi durumunda, bu belirleme yapılıncaya kadar gözaltına alınması ve tutuklanması olanaklıdır.
Susma hakkının kapsamına girmeyen başka bir istisna, kendiliğinden yapılan açıklamalarla, itiraflarla ilgilidir. Örneğin, ... nedeni ile birini öldürdükten sonra polis merkezine giderek teslim olan kişinin, kendiliğinden yaptığı açıklamalardan önce susturulması, avukatın getirtilmesi söz konusu olamaz. Ayrıca, meşhut suç sırasında takip edilen kişinin söylediği sözler bakımından hukuka aykırı kanıt var sayılamaz.
Anlık: Susabilmenin ve konuşabilmenin yeri ve zamanını nasıl belirlediğimize göre midir tüm bunlar?
B (bile değil): Evet. Gereğince susmak, gereğince, zamanında ve zemininde konuşmayı bilmek gerekir. Önce susmayı, daha sonra konuşmayı becermek gerekir. Bazen de susmayı değil durumun gereğini yapmak yeğlenmelidir.
Bilgeliğin dudakları, bilmeyenlere kapalıdır.
Bilip de susmak ve konuşmamak ile bilip de susmak ve saklamak da ayrı durumlardır.
Susmanın, barış(sulh) ve sakinliği(sükûnu) de sağlayacağını ya da sağlayabileceğini de sürekli anımsamak gerekir.Bazı şeyleri bilirken susmak, bilmezken konuşmak/söylemek ile eşdeğerdir. Bazen/çoğunlukla ikisi de kötü ve yanlıştır.
( Susmak, dinlemek, konuşmak ve yazmak için binbir nedenini okumak için...
[ www.FaRkLaR.net/SUS | www.FaRkLaR.net/Dinle | www.FaRkLaR.net/KONUS ] )
Kişinin sözü, hikmet olmalı;
bakışı, ibret olmalı;
susması, ders olmalıdır.
bakışı, ibret olmalı;
susması, ders olmalıdır.
Anlık: "Kadın - erkek" ayrış(tır)ması ve sorunlarını da çok görüyoruz...
B (bile değil): Kadın - kadın, erkek - erkek ya da erkek - kadın olmak üzere her türden iki kişi arasındaki ilişkiye, bel altına düşkün bir "zihin/kişi", kendinden hareket ederek iki kişinin arasında eşeysel(cinsel) bir ilişki olduğu/olacağı zannını "yükler". Yemeye-içmeye, karın bölgesine düşkün bir "zihin/kişi", iki kişi arasındaki ilişkide, çıkar ilişkisi olduğu/olacağı zannını "yükler". Düşünceye, zihne odaklı "zihin/kişi", iki kişi arasındaki ilişkide, ideolojik bir ilişki ve iletişim olduğu/olacağı zannını "yükler".
Kalbiyle bakan "zihin/kişi" ise koşulsuz olarak, aralarında yalnızca bir ilişki görür. Daha fazlasıyla ilgilenmez ve zihnini, olmadık, bilinemeyecek olanlar üzere meşgul etmez. Yalnızca ve koşulsuz saygı ve koşulsuz sevgi ilişkisi görür.
İlişkilerimizde, kişileri ya da kişilere konuşmayı değil kişilerle iletişim kurmayı yeğlemek, böyle bir zihin oluşturmak durumundayız. Herhangi bir kişi olmayı değil belirli bir kişi olmayı; hayvan gibi yaşayan biri değil insan gibi hareket eden "canlı/hayvan" olmayı yeğlemeliyiz. Birbirimizle didişmek yerine temel uğraşımızın, (aşırı) sıcak ve soğuk gibi doğal koşullar karşısındaki işbirliğimiz olduğunu anımsamalıyız.
Hoş (nitelikli) kişi, işiyle uğraşır;
boş kişi, kişiyle uğraşır.
------------------------------------------------------------
boş kişi, kişiyle uğraşır.
------------------------------------------------------------
Bir topluluk/toplum,
en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda,
dağılmaya başlar.
en güçsüz bireyini yalnız bıraktığı anda,
dağılmaya başlar.
------------------------------------------------------------
Tek bir kişinin üzüntüsü, tüm bireyleri mutsuz edebilir ve
tek bir kişinin mutluluğu da herkesin yüzünü güldürebilir. :)
Anlık: İnsan haklarıyla birlikte çocuklar için de özel haklar olsa gerek...
B (bile değil): Evet. Çocukların da neseb, miras, vasıf ve vasiyet hakları gibi temel hakları olduğu gibi felsefî ve hukuksal hakları da gözetilmesi gerekenlerdendir.
Çocukların, refah hakkı, korumacı hakları, yetişkin hakları ve ebeveyne yönelik felsefi hakları olduğu gibi olumsuz, olumlu ve etkin durumlarda/koşullarda da hukukî haklarını ayrı ayrı sağlamak ve takip etmek durumundayız.
Anlık: Adımızı belirleme ve değiştirme olanağı da bu haklar arasında olsa gerek...
B (bile değil): Çevremizdeki tüm varolanlarla, nesneler ve kişilerle olan doğrudan ya da dolaylı ilişkilerimizde, zihnimizin olanakları ve gelişmişliğiyle çeşitli araçlar ve kısaltmalar, kısayollar kullanırız. İmgeleme olanağımızı, çeşitli simgeleri kullanarak ötekilerle paylaşır, ortak alana getiririz. Bunların en başında ad verme olanağımız bulunur.
Nesnelere, durumlara, koşullara ve olgulara ad verdiğimiz gibi kişilere ve kavramlara da ad vererek yaşamımızı (kısmen) "kolaylaştırarak ve hızlandırarak", sürekli ve güvenilirlik sağlamak üzere daha nitelikli kılmaya çabalarız. Hukuk da felsefe ve matematik gibi sahip olduğumuz evrensel koşulların dilini konuşmamızı ve göstermemizi daha olanaklı kılar.
Doğadaki varolanlara, zihnimizdeki bilgi ve kayıtlara ad verdiğimiz gibi çocuğumuza ve kişilere de ad veririz. Aşımızı, işimizi ve eşimizi çeşitli koşullar ve kişisel isteklerimizle yaşamımızdaki çoğu önemli(öncelikli) olanı, tekrar tekrar belirlememize karşın kendi adımızı belirleme noktasında yeterince düşün(e)mediğimiz de dikkate alınması gereken önemli noktalardan biridir.
Ad verme olanağımız, -harf ya da rakamla- simgelendirmeye ve sese dayalı bir araçsallıktır. Latin harfiyle iki ve üzeri harften oluşan hece ya da sözcükleri ad "sayarken" ve tek harften oluşan bir ad vermeyi nesne ya da kuruluşlar için kullanabilirken, Elif, Mim, Nun ad ve soyadı kullanımının kültürümüzde yeri olmasına karşın kişi adı olarak Latin harfiyle okunuşu ve yazılışı tek harften oluşan bir ad pek düşünül(e)memektedir. Kişilere, güneş, çiçek gibi doğa nesneleri ve çeşitli kavram ve imgeler yakıştırırken, sadece kendilerini anımsatabilecek bir harf ya da araç kullanmayı, kendi "yüklemelerimiz" ve "rahatımız" için uzak görülmektedir. Bu sorunun çözümü, dâvâ konusu ve mahkeme işlemi olmak yerine imza sirkülerinin istenildiği gibi değiştirebilmesiyle birlikte adın da Noter aracılığıyla değiştirilebilmesini gerektirmektedir.
[bkz. Ad/ım/ız Üzerine... ]
Anlık: Bağımlılaştırma da insan haklarını hiçe sayan insanlık suçlarına giriyor olsa gerek...
B (bile değil): Ne yazık ki, insan haklarının ihlâlinde çok ağır, aşırı ve orantısız suçlar bulunmaktadır. Bunlar, soykırım başta olmak üzere işkence, şiddet, terör, düşmanlık, ırkçılık, ayrımcılık, ötekileştirme, köleleştirme, nefret söylemleri, insan kaçakçılığı, örgen ticareti ve özellikle de bağımlılaştırmadır.
Uyuşturucu ve özellikle de sigara kullanımının artırılması çabasındaki düşük "zihinliler", sadece tek adımı önemseyen pis çıkarcı ve ticarî görünüşte olan "meşrû" sigara firmalarının ve de suç odaklarının yoğun çabaları, "hükümetlerin" ve "siyasetçilerin" bu alandaki isteksizlikleri ve yetersizlikleriyle kısmî ya da çoklu desteği, bireylerin kayıtsızlıkları ve akılsız "zekâları", bu alandaki sorunların önü alınamaz yüksek seviyelere çıkmasına neden olarak insan hakları mücadelesinin en zayıf ve en baştaki sorunu durumundadır.
Sigara(tütün vb.), esrar ve çeşitli kimyasal uyuşturucu kullanıcıları, bireysel haz ve çıkarlarını esas alarak, keyifçiliklerinin ağır bedellerini, her bireyin sırtına, çok çeşitli sağlık, ekonomi, hukuk sorunu ve suç unsuru oluşturan yönleriyle yüklemektedir.
Trilyonlarca dolarlık karşılığı olan bu büyük sorunun çözül(e)memesi için de tüm dünya ve özellikle de bu konuda sessiz, "anlayışlı" kalan içmeyenler de sanki iş ve söz birliği yapmışçasına, odaklarını, yüzlerini ve değerli sözlerini, daha düşük oranda yaşanılan, tabii ki onların da olmamasını dilediğimiz öteki belirgin ve yeterince tepki gösterilen ya da gösterilmeyen insanlık suçlarına kısmen çevirmiş durumdalar. Paranın bu çaptaki gücü karşısında durabileceğimiz tek güç olan bilgi ve bilinç sahibi olarak direnmeyi ise önemsiz/değersiz/etkisiz görmekte ve göstermekteler.
[Bu süreç ve mekanizmaların nasıl işle(til)diği, en çok izlenen dizi olan
"Breaking Bad" ve "Narcos" dizilerinde ayrıntılarıyla görülebilir.]
Bu sorunun hemen ardından gelen büyük sorun ise kahve tüketimiyle bambaşka bir kulvarın daha oluşturulmasıyladır. Bu ürünün de ülkeler ölçeğindeki oranı milyarlarca dolarla ve dünya çapında da trilyonlarca dolarla dönüyor olmasıdır.
Bireylerin, tek bir içimlik olarak "gördüğü" "çıkar" ve küçük hesapların, birileri tarafından ne kadar büyük hesaplarla ve insanlığı sömürücü, köleleştirici "profesyonellikle" sürdürüldüğünün acı gerçeklerindendir.
İnsan Hakları'nın önemi ve önceliği, varolan değer ve olanakları kendi elimizle bozmadan, yıkmadan ve bazı şeyleri koruyarak gerçekleştirebileceğimizin önemsiz görülmemesiyle başlamak zorundadır. Bu çözümün, aynı anda o kadar kolay ve yalın olmasından dolayı, gözünün önündeki ve elindeki olanaklardan uzak kalmasına neden oluyor ne yazık ki.
İnsanlığın tüm sorunlarını, haksızlıklarını ve suçlarını bireysel olarak sırtlanamayacak olsak da her birimizin, kayıtsız durarak sorunun parçası olmak yerine çözümün bir parçası olabileceği binlerce durum, tutum, tavır, sosyal medya paylaşımı, eylem ve söz vardır. Yeter ki, kendimize, "Çözümün neresinden tutabilirim?" ve en azından, "Sorun oluşturmaktan ne kadar uzak durabilirim?" sorularını soralım.
[bkz. FaRkLaR.net/BAGIMLILIK ]
Adâletin gerekliliği ve önceliği,
düşmanının "adâletine" maruz kalmamak ve
mağdur olmamak içindir.
mağdur olmamak içindir.
Anlık: Şimdi de varoluşumuzun ve ne olduğumuzun koşullarına mı değineceğiz?
B (bile değil): Temel ve fiziksel koşulların sağlanmasıyla gövdemizin gereksinimlerini çözmüş oluyoruz. Öteki varolanlardan ayrıştığımız özelliğimizle zihinsel koşulların da sağlanması gerekiyor. Bu koşulların da çok sayıda ve çok daha geniş alanlarda konu edilebileceğinden dolayı bazı sınırlandırmalara gereksinimi vardır. Bu sınırlandırmaları da belirli ölçüler ve dengelerle sağlamak gerekir. Tam bu noktada, hukuk, adâlet, özgürlük ve meşrûiyet başlıkları devreye girer.
Yaşamın, çeperdeki 360 (milyon) derecenin/noktanın ya da kişinin bulunduğu dairenin,
tek bir merkezi vardır. O da ancak, adâlettir. Bu, atmosferdeki ve yeryüzünde bulunan merkezdir.(1)
Adâletin merkezinde ya da temelindeki magma tabakası ise rızâdır.(4) Eşitlik değildir!
Rızâ, öncelikle bilgi/haber sahibi olmayı/kılmayı sağlayarak gerçekleşebilir. Başka bir deyişle, rızânın ilk ayağı, dayanağı ve kaynağı, bilgi/haber verme ya da almadır.
( Adâletin kaynağı da, hedefi de, durumdaki/olaydaki ilgili iki kişiden birinin, eğer çok sayıda kişi varsa hepsinin rızâsıdır. Adâlet, insanı (haklarını/hukuku) ve de kişinin/kişilerin rızâsını almaktır! Ya da kişinin/kişilerin rızâsını alabilecek/alacak biçimde düşünmek, konuşmak, hareket etmek ve yaşamaktır. )
Çeperde bulunan noktaların birleştirilebilmesi, ilişkide olabilmesi ve kalabilmesi, dairenin sınırlarını gösterebilecek çizgi/sınır çekilmesiyle yani tüze(hukuk)(2) ile sağlanır. Bu daire/alan içinde, adâlet ile hukuk arasındaki patika yolların oluş(turul)ması, olmazsa olmazımız olan özgürlüktür.(3) Özgürlük yolları(mızı) sağlamlaştırabilmek ise geçerliliğin(meşrûiyetin) nitelikli, ortak araçları ve koşulları(hareket/spor, felsefe, bilim ve sanat) ile sağlanabilir.
YAŞAM:
ADÂLET ve/||/<>/< RIZÂ[< BİLGİ/HABER]
( Bilgi/haber vermek, rızânın;
rızâ, adâletin;
adâlet de yaşamın temeli(nde)dir/merkezi(nde)dir. )
----------------------------------------------------------
Özgürlük, kişinin,
"canının istediği gibi davranması" değil
istemediği hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasıdır.
----------------------------------------------------------
----------------------------------------------------------
Adâlet Dairesi
Adâlet, dünya barışının temelidir.
Dünya bağının sınırlarını devlet belirler.
İşte bu devlet duvarını inşâ edecek, devlete düzen sağlayacak olan hukuktur.
Siyasi güç olmaksızın hukuk, yaptırımlarını yerine getiremez.
Siyasi gücü, askeriye korur.
Askeri gücün yaşamasını ekonomi sağlar.
Ekonomik gücü halk sunar.
Halkın birliğini sağlayacak olan ise adâlettir.
--------------------
(Adl'dir mucib-i salâh-ı cihan
Cihan bir bağdır, divan devlet
Devletin nâzımı şeriattır
Şeriata olamaz hiç hâris illâ mülk
Mülk zabteylemez illâ leşker
Leşkeri cem edemez illâ mal
Malı cem eyleyen raiyettir
Raiyeti kul eder padişah-ı âleme adl.)
Anlık: Kişinin rızâsının aranılmayacağı yerler ve durumlar var mıdır?
B (bile değil): Hukuksal ve toplumsal olarak kişinin sorumluluğunun bulunduğu çok sayıda durum ve ortam vardır. Örnek olarak kişisel veri işlemede ve gümrükte, kendiyle, yanındaki çocuk ya da sahip olduğu nesneyle ilgili belgeyi/kanıtı ortaya koyma sorumluluğu ve zorunluluğu bulunmaktadır. Bu tür denetlemelerde "rızâm yoktur" deme olanağı söz konusu olmaz.
Bunlar dışındaki bazı zorunlu, özel ve belirli durumlar dışında kişinin rızâsı olmaksızın hareket etmek doğru, hakkaniyetli ve âdil değildir.
Yaşamı oluşturan, sürekli ve nitelikli kılan, ne yapmayabileceklerimizdir. Kişi, kendi ve başkalarının haklarından yani insanlık haklarından, varoluşsal ve felsefî olarak vazgeçemez.
Anlık: Rızânın, her ortam ve koşulda önceliği vardır...
B (bile değil): Ortak alanlarda, kişisel davranış ve keyfî tutumların yanlışlığını ve birbirimize olan yükünü ve dayatmasını, bunu tersine döndürecek biçimde ve kendimizden başlayarak değiştirmek ve geliştirmek durumundayız. Kendi haklarımız ve beklentilerimiz neyse ve ne kadarsa, başkaları için de aynı hakları, o derecede eşit görmeli ve kişi/insan haklarını tesis ve teslim etmeliyiz.
İki kişinin arasındaki hak ve iyilik kuralları, birinin, verdiğini hemen unutmasıyla,
ötekinin de aldığını hiç unutmamasıyla sağlanır.
Dilimizi, doğru, yerinde ve özenli kullanmak, her bir kişinin görevidir ve kendine, topluma yaptığı yatırımdır.
Eşyalarla, kullanmak üzere, kişilerle ise sevmek üzere ilişki kurmalıyız fakat ne yazık ki, dünyadaki kargaşanın nedenlerinden biri de eşyaların sevilmesi, insanın kullanılmasıdır.
Ayinesi iştir/hizmettir kişinin, lâfına bakılmaz!
İki kişinin arasındaki hak ve iyilik kuralları, birinin, verdiğini hemen unutmasıyla,
ötekinin de aldığını hiç unutmamasıyla sağlanır.
Dilimizi, doğru, yerinde ve özenli kullanmak, her bir kişinin görevidir ve kendine, topluma yaptığı yatırımdır.
Eşyalarla, kullanmak üzere, kişilerle ise sevmek üzere ilişki kurmalıyız fakat ne yazık ki, dünyadaki kargaşanın nedenlerinden biri de eşyaların sevilmesi, insanın kullanılmasıdır.
Ayinesi iştir/hizmettir kişinin, lâfına bakılmaz!
Anlık: Rızâ üzerine bilinmesi ve karıştırılmaması gerekenler nelerdir?
B (bile değil): Varoluşun temeli, evrensel, ortak yasa ve ilk eşik olan rızânın oluşumunda, aklın kullanılmasının önemi ve önceliği yüksektir.
Adâletin, "eşitlik" değil rızâya dayandığını anlamaktan geçer. Rızâyı, içten yaşamayla birlikte sözle açık olarak dile getirmenin de farkı büyüktür. Kişiler arasındaki bağ ve bağlanma, karşılıklı rızâ ve muhabbetin sağlanmasıyla gerçekleşir. Kişileri dışarıda tutarak ya da ötekileştirerek rızânın sağlanması beklenilemez. Çıkar(lar)ımızı "düşünmek/istemek/beklemek" yerine hak ettiklerimize ve/ya da hak ettiğimiz kadarına rızâ göstermek gerekir. Hakkımızın ve hoşnutluğun, ancak rızâ ile oluşacağını ve sağlanabileceğini sürekli anımsamak durumundayızdır.
Birlikte yapılacak işler, süreçler, yolculuklar gibi tüm ilişkilerde, zorlama yerine tatmin, iknâ ve rızânın sağlanması yönünde çaba göstermeyi yeğlemek gerekir. Çünkü, tatmin, iknâ ve rızânın oluşturulamadığı süreçlerde önce birbirini yargılama sonra da birbirini yok etme düşüncesi ve çabası oluşur. "Ast - üst" gibi dikey ilişkilerde, "üstten izin istemek ya da müdürün izin verip vermemesi" değil üstün, durumdan ve süreçten haberdar edilerek ve uygun koşullar sağlanarak rızâ göstermesini beklemek ve sağlamaktır.
Benlik ve bütüncül benliğin oluşumu da sırasıyla emir altında olan, daha sonra sorgulamaya başlanılan, sonrasında sezgisel ve beklentisiz, rızâ sahibi olunarak, başkaları tarafından da râzı olunan ve saflaşma aşamalarını geçmiş/geçecek olmayı gerektiren bir süreçtir. Rızâ, bolluk, bereket ve sevgi sağlayacak bir eşiktir.
Yaşamdan ve kişilerden, çok sıradışı ve üst/üstün edimler, sonuçlar ya da "kerâmet" "aramak/beklemek" yerine rızânın sağlanmasının yeterince yüksek bir kerâmet olduğunu bilmek ve anımsamak yeterlidir.
Rızânın bulunduğu her yer cennetleşirken, sahip olma hırsının bulunduğu her yer de cehenneme döner. Sürece teslim ol(a)madan ya da ol(a)mayan, hiçbir hakkı teslim edemez.
Bazı şeylerden uzak durmak ya da durmamak, rızâ göstermenin ya da göstermemenin göstergesidir. Rızâ, sabırı; sabır da rızâyı besler ve destekler. Ulaşamadığımıza gösterdiğimizin adı tevekkül, ulaştığımıza gösterdiğimizin adı rızâ, kaybettiğimize gösterdiğimizin adı da sabırdır.
"Kabul eden, boyun eğen, rıza gösteren"in adı râzî,
"süt kardeş. ya da süt emen çocuğun" adı razî/radî,
"İran'ın "Rey" şehrinden olan, Rey şehrine bağlı/mensup, bu şehirle ilgili olanın ve
sırra/râza bağlı/mensup olan"ın adı Râzî'dir.
"Bir şeyin eksilmesi, bir şeyden zarar/ziyan görme" anlamına gelen irtizâ ile
"beğenme, seçme" ve "uygun bulma, râzı olma" anlamına gelen irtizâ ile
"süt emme" anlamına gelen irtizâ ile
"özür dileme" ve "biraz bahşiş alma" anlamına gelen irtizâh arasında farklar olduğu gibi,
"İçinde bir şey saklanılan nesne" ve "ambar" anlamına gelen tahrîs ile
"hırslandır(ıl)ma" anlamına gelen ve hırs kökünden gelen tahrîs arasında;
"kışkırt(ıl)ma" anlamına gelen ve hırz kökünden gelen tahrîz ile "tırmala(n)ma" ve "yakış, kaşındırma, azdırma" anlamlarına gelen tahrîş sözcükleri arasında da önemli ayrıntılar ve farklar vardır.
Anlık: Önemli bir örnek daha verelim...Adâletin, "eşitlik" değil rızâya dayandığını anlamaktan geçer. Rızâyı, içten yaşamayla birlikte sözle açık olarak dile getirmenin de farkı büyüktür. Kişiler arasındaki bağ ve bağlanma, karşılıklı rızâ ve muhabbetin sağlanmasıyla gerçekleşir. Kişileri dışarıda tutarak ya da ötekileştirerek rızânın sağlanması beklenilemez. Çıkar(lar)ımızı "düşünmek/istemek/beklemek" yerine hak ettiklerimize ve/ya da hak ettiğimiz kadarına rızâ göstermek gerekir. Hakkımızın ve hoşnutluğun, ancak rızâ ile oluşacağını ve sağlanabileceğini sürekli anımsamak durumundayızdır.
Birlikte yapılacak işler, süreçler, yolculuklar gibi tüm ilişkilerde, zorlama yerine tatmin, iknâ ve rızânın sağlanması yönünde çaba göstermeyi yeğlemek gerekir. Çünkü, tatmin, iknâ ve rızânın oluşturulamadığı süreçlerde önce birbirini yargılama sonra da birbirini yok etme düşüncesi ve çabası oluşur. "Ast - üst" gibi dikey ilişkilerde, "üstten izin istemek ya da müdürün izin verip vermemesi" değil üstün, durumdan ve süreçten haberdar edilerek ve uygun koşullar sağlanarak rızâ göstermesini beklemek ve sağlamaktır.
Benlik ve bütüncül benliğin oluşumu da sırasıyla emir altında olan, daha sonra sorgulamaya başlanılan, sonrasında sezgisel ve beklentisiz, rızâ sahibi olunarak, başkaları tarafından da râzı olunan ve saflaşma aşamalarını geçmiş/geçecek olmayı gerektiren bir süreçtir. Rızâ, bolluk, bereket ve sevgi sağlayacak bir eşiktir.
Yaşamdan ve kişilerden, çok sıradışı ve üst/üstün edimler, sonuçlar ya da "kerâmet" "aramak/beklemek" yerine rızânın sağlanmasının yeterince yüksek bir kerâmet olduğunu bilmek ve anımsamak yeterlidir.
Rızânın bulunduğu her yer cennetleşirken, sahip olma hırsının bulunduğu her yer de cehenneme döner. Sürece teslim ol(a)madan ya da ol(a)mayan, hiçbir hakkı teslim edemez.
Bazı şeylerden uzak durmak ya da durmamak, rızâ göstermenin ya da göstermemenin göstergesidir. Rızâ, sabırı; sabır da rızâyı besler ve destekler. Ulaşamadığımıza gösterdiğimizin adı tevekkül, ulaştığımıza gösterdiğimizin adı rızâ, kaybettiğimize gösterdiğimizin adı da sabırdır.
"Kabul eden, boyun eğen, rıza gösteren"in adı râzî,
"süt kardeş. ya da süt emen çocuğun" adı razî/radî,
"İran'ın "Rey" şehrinden olan, Rey şehrine bağlı/mensup, bu şehirle ilgili olanın ve
sırra/râza bağlı/mensup olan"ın adı Râzî'dir.
"Bir şeyin eksilmesi, bir şeyden zarar/ziyan görme" anlamına gelen irtizâ ile
"beğenme, seçme" ve "uygun bulma, râzı olma" anlamına gelen irtizâ ile
"süt emme" anlamına gelen irtizâ ile
"özür dileme" ve "biraz bahşiş alma" anlamına gelen irtizâh arasında farklar olduğu gibi,
"İçinde bir şey saklanılan nesne" ve "ambar" anlamına gelen tahrîs ile
"hırslandır(ıl)ma" anlamına gelen ve hırs kökünden gelen tahrîs arasında;
"kışkırt(ıl)ma" anlamına gelen ve hırz kökünden gelen tahrîz ile "tırmala(n)ma" ve "yakış, kaşındırma, azdırma" anlamlarına gelen tahrîş sözcükleri arasında da önemli ayrıntılar ve farklar vardır.
B (bile değil): Trafik ve trafikteki durumumuz, bireysel, toplumsal bilgi ve bilinç seviyemizin ilk göstergesidir. İnsan/kişi haklarının ve ilişkilerinin hangi seviyede olduğunun da apaçık bir fotoğrafıdır. İlginç olanı ise kalabalık bir alanda/yolda/kaldırımda yürürken, kol ya da omuzları birbirine çarpan kişiler arasında pek sorun ya da kavga çıkmazken, sanırım kendini araç, yol ya da kural hapishanesinde "gören" sürücüler arasında neredeyse terör oluşturma seviyesine gelinmektedir.
Kişiye ait arabaların sayılarının ülkemizde çok olması [ya da artmasının "teşvik ediliyor" olması], yolların eski olanaksızlıklara göre düzenlenmiş olması, önceliği arabalara vermek için geçerli bir neden değildir/olamaz! Tam tersine, konumları/sıraları en sondadır!
Bireyin ve toplumların gelişmişliğindeki/uygarlığındaki ilk göstergelerden olan bisiklet kullanımının artırılması ve teşvik edilmesindeki önem de doğa ve insan haklarının tesis edilmesindeki yeri, işlevi yüksek ve önceliklidir.
[Bu zihniyeti geliştirmeyi ve yaygınlaştırmayı, her birimiz haklarımıza sahip çıkarak daha da hızlandırabiliriz! Sizin de farkındalığınız, desteğiniz ve katılımınızla gerçekleşecektir!... Lütfen!!!]
ENGELLİ/LER ve/< HASTA/LAR ve/< YAŞLI/LAR ve/< ÇOCUK/LAR, ÖĞRENCİ/LER ve/< HANIM/LAR ve/< YAYA/LAR ve/< BİSİKLETLİ/LER ve/< MOTOSİKLETLİ/LER ve/< ACİL DURUM ARAÇLARI[hasta taşıma, itfaiye, polis] ve/< TOPLU TAŞIMA ARAÇLARI[raylı düzenekler öncelikli olmak üzere!] ve/< ARABA/LAR ve/< AYRICALIKLI/LAR
[her seviyedeki/konumdaki resmî makam araçları (her ne kadar güvenlikleri "önemli/öncelikli" sayılsa da!)]
Anlık(Zihin): Peki tüm bunlar nasıl sağlanabilir?
B (bile değil): Felsefe, matematik ve tüze(hukuk) araçları dışında hiçbir fren, bizi ve hızımızı kesebilecek, duruş mesafemizi kısaltabilecek, anlık ve fiziksel sınırlarımızı sağlamlaştıracak kadar yardımcı olamaz.
"Ferrari'sini Ya--------vaş--------la-------tan Kişi/Bilge"
olmaktan başka çözümümüz/çaremiz yoktur!
Matematik altyapısı olmadan ve bu bilinci geliştirmeden de hiçbir gelişmeye, bilime, teknolojiye ve dünyaya ayak uydurmak olanaklı değildir.
[ Her gün, yüzde bir artı/fazla[+] ile yüzde bir eksi/k[-]
yapabileceğimiz ile yap"a"madığımız arasındaki, matematiksel,
yapabileceğimiz ile yap"a"madığımız arasındaki, matematiksel,
hiç mi hiç "az" olmayan büyük farkın,
bir yıllık [ve neredeyse 40 katı olan] sonucu/bedeli!... ]
bir yıllık [ve neredeyse 40 katı olan] sonucu/bedeli!... ]
"Bilim, doğanın her köşesinde... Görmesini bilirsen...
Kültür, sokakta dolanır... Almasını bilirsen..."
Kültür, sokakta dolanır... Almasını bilirsen..."
Anlık: Yaşamımızdaki çoğu soruna önerebileceğiniz çözümler/çareler nelerdir?
B (bile değil): Çözümlerin, karmaşada değil yalınlıkta,
ne yapmayabileceklerimizde olduğunu sürekli anımsamamızda...
Eşikleri bilmekte/anımsamakta, uclarda ve "sonuçlarda" değil aralıklarda/süreçlerde (dengeli/dengede) yaşamamızda!...
Sonuçların, süreçlerden koparılamayacağını ve öncellenemeyeceğini,
süreci düşünmeden ve konuşmadan, sonuçlardan bahsedilemeyeceğini akılda tutarak, "Sonuçta ..." diyerek son sözü kendimize ait kılmadan,
süreci göz ardı etmeden ve engellemeden konuşmamızda!...
Sorunların, esastan değil yöntemden/usûlden kaynaklandığını,
çözümlerin ve önceliğin, yaklaşımlarımızda, yöntemlerimizde,
üslûbumuzda olduğunu iyice anlamamızda ve sürekli anımsamamızda!...
Herhangi bir işimizde/eylemimizde ve sözümüzde,
hız yapmamamızda ve özen göstermemizde!...
( Trafik işaretlerine uyabileceğimiz/(")uyduğumuz(") gibi! )
Birbirimize, dikey ya da yatay ilişki düzeylerinde,
"ne yapacağımız" dayatmalarından vazgeçip
her birimizin, uyarı ya da zorunluluk noktasına getirmeden,
ne yapmayacaklarımızın bilinciyle hareket etmemizde!...
( Kişilerin keyfîliklerinde değil hepimiz için geçerli,
ortak gereksinim ve özgürlük alanlarına yönelmemizde!... )
Yaptığımızın ve aldığımızın "kâr",
yapmadığımız ve verdiğimizin yarar olduğunu anımsamamızda!...
Herhangi (yeni) bir şeyi ya da birbirimizi anlamanın,
anlatılan/gösterilen/paylaşılan şeyin ne olduğuna,
ne kadar farklı ya da yeni olursa olsun, önyargısız ve
daha önceki "bilgi/bellek kayıtlarımız"dan hareketle ya da "süzgecimiz"le değil
(en azından) anlama çabasında olmamız gereken o an ya da
belirli bir zaman/zemin sürecinde,
1. Nötr Olma | 2. (Nitelikli) Soru Sorma gerekliliğini anımsamamızda!...
[ Anlamanın sesi olan hmmm ile! ]
Kişisel/toplumsal yönetim ve yaşam/a "oyununun",
"0-1 / YA, YA DA" "kuralı/mantığı" üzerin(d)e(n) değil
"HEM, HEM DE; NE, NE DE" kuralı/mantığı üzerin(d)e(n),
yaşayışımız ve işleyişimiz ile sürdürdüğümüzü anımsamamızda!...
( Elimizi, pisliğe değdi diye kesmeyip yıkadıktan sonra yemek yaptığımız gibi! )[ www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/
Herhangi bir düşünce/konu/durum/kişi ve sürecini,
üzerinde (yeterince) düşünmeye bile başlamadan,
olumsuzluk, inançsızlık, karamsarlıklarımızla ve
yanlış/isabetsiz sözlerimizle, karşılıksız "(ön)yargılarımızla" bitirmemizin ya da "tedbirciliğimizle" engellememizin, hiçbirimize ve hiçbir işimize,
ne bugün, ne de gelecekte yaramayacağını anlamamızda!...
tüm varolanları, ancak bazı artı ya da eksileriyle değerlendirip,
ne insanın, ne de başka bir "özellik"/"nitelik" ya da "gücün",
doğayı, çevreyi, ötekileri ve özellikle de hayvanları sömüremeyeceğini ve
hepimizin, hiçbir ayrım olmaksızın, birbirinden ayrılamaz bir bütünün parçası olduğumuzu anımsamamızda!...
Kendimizi, ayakta, dikey | durumda
O küre/yuvarlak biçimdeki bir bütün ve
tüm bütünlüklerin önemli bir parçası olarak görüp
birbirimizle, yaşamda, doğada ve
doğayla uyumlu bir akış/yuvarlanış içinde olmamızda!...
Eşitliği, adâlet ile karıştırmadan, hiçbir ayrım olmaksızın, hepimizin, ancak,
olanakların/fırsatların, tıbbın(hekimin) ve adâletin(hakimin) önünde
ve de yaşam oyununda eşit olduğumuzu anımsamamızda...
tüm ilişki ve süreçlerin merkezinde/göbeğinde olduğunu,
yaşamın, toplumun en önemli(öncelikli) ve olmazsa olmaz koşulu olduğunu anımsamamızda ve bunu sağlamamızda!...
( Adâlet, insanın (bir kişinin), Rızâ'sı üzerine kuruludur.
Rızâ'yı sağlayan şey de bilgi/haber vermektir. )
"Altta kalanın canı çıksın" boşvermişliğiyle köşeleri tutarak değil
birbirimize (yeni) alanlar, olanaklar/fırsatlar açarak yaşamamızda!...
güçsüzlerin koşullarına göre düşünme ve hareket etmemizde!...
Çözümün bir parçası değilsek, sorunun bir parçası olduğumuzu ve
karanlıktan şikâyet edeceğimize,
bir mum yakmamız gerektiğini anımsamamızda...
Bazen, bir "ilke(miz)" için tüm bireylerden vazgeçebildiğimiz gibi;
yeri/zamanı geldiğinde de, bir kişi için tüm "ilkelerimizden"
vazgeçebileceğimizi anımsamamızda!...
Kişilerin/kendimizin değil kavram, olay/olgu, durum ya da ayrıntıların öncelikli olduğunu, konuların bize göre değil bizim konu/durum ve kavramlara göre düşünüp hareket etmemiz gerektiğini,
"sen / ben" sözlerinin, hedef değil hitap amaçlı kullanılması gerektiğini anımsamamızda, birbirimizle ve kendimizle/geçmişimizdekilerle didişmememizde!
( "Haklısın!", "Doğrusun!" gibi haklılık/haksızlık, doğruluk/yanlışlık gibi bir "tespitin" söz konusu olmaması, "Doğru söylüyorsun!" değil "Doğru!" sözünün yeterli olması gibi! )
( Kişilerle, düşük/yetersiz zihinler/kişiler; olaylarla, ortalama zihinler/kişiler; düzenle, ileri zihinler/kişiler uğraşır. )
Yeterli ve yetkin bilgi sahibi olmadan,
(keyfî/aşırı) yorum yapamayacağımızı anımsamamızda!...
"Oy çokluğu" ile değil
oy birliği ile karar almamızda ve uygulamamızda!...
Kötülerin içinde(ehven-i şer) nispeten daha iyi sayılan "Demokrasi"nin,
"550 kişiyle", "temsilî" olarak mecliste değil
her birimizin katılımıyla, 5, 55 ya da 550'şer kişilik buluşmalar ile
sokaklarımızda, pazarlarımızda, meydanlarımızda!
Karşı(lıklı) durarak değil
yan yanalıkta ve sırt sırta vermemizde!...
dayanışmayı, sürekli anımsamamızda!...
Ortak alanlarda, özellikle trafikte ve toplu ulaşımda,
birbirimize öncelik tanımamız/sunmamız ve saygı göstermemizde!...
Mücadelenin, aramızda değil
doğanın ve yaşamın yüklerine/açıklarına yönelik,
birlik ve dayanışma içinde olmamızda!...
( Doğal yaşamda ve kırsal/köy yaşamındaki gibi
imece yöntemini uygulamamızda!... )
"Niyet okuma"yı, geleceğe "don biçmeyi" bırakıp,
bugünü/geleceği ve yaşamı(mızı),
davranış ve tutumlarımızda inşâ etmemizde!...
Kader'imizi, her an kendimizin oluşturduğunu/"yazdığını";
( davranış ve tutumlarımızla, gözümüzde[bakışımızla],
dilimizde[sözlerimizle] ve elimizde[yaptıklarımızla] )
Karma'mızı, ne yapmayacaklarımızla temiz tuttuğumuzu anımsamamızda!...
( "My Name is Earl" dizisi de izlenebilir/izlenmelidir. )
"Yeğleme/Tercih etme" ve rica "Lütfen" dönüştürücü söz(cük)leriyle,
"dayanamadığımız" kişi/"kesim", olay/olgu, durumlar/koşullar/engeller,
"sıkıntı" ve "sorunlar/ımız" karşısında da,
varoluşsal, zihinsel denge ve sigortamızı sağlayan,
"Böyle" ve "Bu da var!" sözlerini [içsel ve sonsal] kullanarak,
farkındalıklı bir yaşam sürdürmemizde!...
Sözlerin başında ya da sonunda, bilinçsiz ve yersiz/yanlış kullanılan,
tüm düşünce ve ilişkilerimizde, doğrudan ve geri dönülemez,
olumsuz "etkileşimler" yaratmaları nedeniyle,
az kullanılması ya da kullanırken çok dikkat edilmesi gerekenlere
özen göstermemizde!...
[ "Zaten ...", "Sonuçta ...", "Aslında ...", "Sadece ...",
"Herkes/Hiç kimse ...", "Hep/Hiç ..." ]
İşleri ve sorumlulukları,
ona(şuna/buna) bırakmakta/yıkmakta değil
kendimizin üstlenmesinde!...
Her(hangi bir) işin, sadece o işe başlayana kadar ve/veya
elimizi değdirene kadar olduğunu, tüm uzun/kısa yolculukların/süreçlerin,
tek bir adımla başladığını anımsayarak,
vazgeçmeden, ertelemeden, üşenmeden,
cesaretle, düşünme/konuşma ve eyleme geçmemizde...
Devleti, dernek/vakıfları, işimizi, evimizi ve tüm ortak alanlarımızı,
daha iyi/verimli yönetebilmek üzere şeffaflaşmamızda!...
Hazırcılık, kolaycılık, tembellikten uzak durup
ekonomiyi düzeltmek ve masrafları/faturaları azaltmak üzere,
"çok tüketerek" tükenmemiz değil daha çok/verimli ve nitelikli üretmemizde!...
Üretim ve tüketim döngüsünün,
önce alıp sonra vererek, "alış-veriş" ile değil
önce verip sonra alarak, "veriş-alış" döngüsü olduğunu anımsamamızda!...
( Verebileceğimiz hiçbir şey olmadığını düşündüğümüz zaman bile her şeyin önce bir gülümseme ile başladığını anımsayarak! :) )
Zihnimizi [gözümüzü, elimizi, dilimizi]; zararlılara değil yararlılara;
kötülüklere değil iyiliklere; yanlışlara değil doğrulara;
çirkinliklere değil güzelliklere yönlendirmemizde!...
Olmadık alışkanlıklarımız ve bağımlılıklarımızın kısır döngüsünde değil
aklın ve düşüncenin,
kavramsallık, ilkesellik ve evrensellik alanlarında buluşmamızda!...
Kendimizi tanımanın ve gerçekleştirmenin altı alanında,
[ Soluk | Beslenme | Psikoloji | Fizyoloji | Eşeysellik | İletişim ]
daha etkin ve yetkin bilgi sahibi olarak kendimizi ve yaşamı yönetmemizde!...
Yaşamımızdaki, en önemliler ve/veya olmazsa olmazları anımsamamızda!...
[ Kullanılagelenler ] [ Uygulanagelenler ]
1. SAĞLIKÖZGÜRLÜK | 1. DOĞA ve DOĞALLIK
2. ZAMAN ve ENERJİ | 2. UYUM ve BÜTÜNLÜK
3. BİLGİ ve FARKINDALIK | 3. GELİŞİM ve DEĞİŞİM
__________________________________________
K O Ş U L S U Z S A Y G I ve S E V G İ
Toplumsal ve özel yaşamımızdaki tüm ilişki, iletişim ve paylaşımlarımızda,
Karıştırılmaması Gerekenler'i ve Farkında Olmamız Gerekenler'i
sürekli anımsamamızda!...
( Genel ile Özel | Birincil ile İkincil Olan | Araç ile Amaç | Süreç ile Sonuç | Kuram ile Uygulama | Korku ile Kaygı )
Felsefe'nin kavramsallık ışığında,
Bilim'in terimlerini kullanarak,
Edebiyat'ın deyimleriyle derinleştiğimiz yolculuklarımızda!...
Spor, Sanat, Felsefe ve Bilim'i teşvik etmemizde!...
Dünyanın hızına ulaşmayı, ayakta durmayı ve kendimizi savunmayı,
silah(süngü) ile değil ancak bilişim ile sağlayacağımızı,
tüketici olan "fare/telefon" kullanıcılarını değil
üretici olan klavye kullanıcılarımızı artırmamızda!...
Karbon ayak izimizin azal(tıl)acağı,
çevrenin ve doğanın dengelerine katkıları ve artıları yüksek olan,
uygarlığın ve teknolojinin en yalın göstergesi/aracı olan bisikletin,
bireysel ve toplumsal alanlarımızda daha fazla bulunmasında!...
Anadolu coğrafyası, kültürü ve bilgeliğimizde!...
Vatanımıza/evimize(bayrağımıza) ve
dilimize(sancağımıza) sahip çıkmamızda!...
Çeşitli olay/olgu, durum ve koşullarda,
genelleyici, indirgeyici, özdeşleştirici düşünemeyeceğimiz ve
köktenci, toptancı, sonuç odaklı,
keyfî "çözüm" ve yaklaşımlarda olamayacağımızı anımsamamızda!...
( En az 3 kuşağın [çocuk/genç - baba - dede], bilgisizlik ve bilgeliğin
aynı dönem, mekân ve koşullarda birarada olduğunu;
4 mevsimin sıcak ve soğuğunda da ayrı ayrı ve
tekrar tekrar yaşamak zorunda olduğumuz gibi! )
İçimizdeki (ve dışımızdaki) tüm çocuk(luk)larımıza sarılarak ve de
onu/onları gölgede bırakmadan,
yaşamı(mızı), bir çocuğun gözü ve kalbiyle yaşamamızda...
Çırak ve kalfa olmadan, usta olunamayacağını,
ayırma bilgi ve becerisinin (çıraklık),
"birleştirmekten" (ustalık) ve her şeyden önce geldiğine,
kendimize, çevremize ve olgulara/oluşumlara zaman tanıyarak,
değişime ve gelişime, süreçlere rızâ ve sabır göstermemizde!...
hiçbir konunun, ayrıntının ve sorunun olmadığını,
doğa ve olguların yönetiminde, ancak konuşarak anlaşabileceğimizi,
ne sürekli "konuşmanın", ne de tamamen "susmamızın",
yeterli/uygun olmayacağını, doğru zaman ve zeminde,
yeterli oranda, hem konuşabilmemizin, hem de susabilmemizin gerektiğini anımsamamızda ve
tüm bunların dengesini kurabilmemizde!...
( Doğa ve sorunlar karşısında, derimizin kalın olmadığı,
pençemizin bulunmadığı, fakat elimiz, dilimiz ve aklımızla,
ancak konuşarak çözümler üretebildiğimiz gibi! )
Tüm çözümlerin,
dışarıda, uzakta, ötekinde değil
yalınlık ve yavaşlıkla,
içimizde, yakınımızda ve kendimizde olduğunu anımsamamızda!...
"Şu" ya da "bu", "şöyle" ya da "böyle" olmamızın gerekmediğini,
yaşamdan, birbirimizden ve kendimizden beklentide olduğumuz tüm kalıp ve kabuller yerine süreçte olduğumuzun ve sadece varoluşumuzun yeterli olduğunu anımsamamızda!...
Bir şey yapmadan ve söylemeden önce en az, saniyenin milyonda biri kadar,
kendimize, düşünme fırsatı vermek üzere, iki küpeyi, kulaklarımızda varsaymamızda ve sürekli aklımızda tutmamızda!...
Bir şey ki, yapmasan da olur. YAPMA!
Bir şey ki, söylemesen de olur. SÖYLEME!
---------------------------------------------------
Söz(cük)leri(ni) ve tutumu/nu değiştir,
dünya(n) değişsin!
dünya(n) değişsin!
Anlık: Yaşamdaki yerimiz ve amacımız da şu olsa gerek...
B (bile değil): Evet. Yaşam amacımız da, sürecimiz de,
CEMÂL GÖRMEK ve/||/<> KEMÂL BULMAK ve/||/<> RIZÂ DEVŞİRMEK 'tir.
Böyle olmalıdır ve de sürmelidir. Çevremizdekilerin gönlünü yapmak ve rızâlarını kazanmak için çaba göstermemiz gerektiği kadar uzakta ya da tanımadıklarımızın rızâsını kazanmak durumundayız...
Tabii buna hayvanların yaşam hakkını sunmayı ve sağlamayı da eklemek gerekir. Hayvanları, mal, kaynak ve köle olarak kullanmak, gövdelerini ya da kendileri ve yavruları için olan ürünlerini de kendi kulvarlarında bırakmak, onları sömürmemek, onlardan üstün ve ayrıcalıklı olmadığımızı anlamaktan geçer. "Ezberlerimizi", "kalıp" ve "kabullerimizi" terk edip aklımızı kullanma, adâleti, insan kadar hayvan için de tesis etme çabamızla sağlanır.
( "Düşün-ü-yorum" Dergisi'nin, "İnsan Hakları" konulu yıllık yayını için yazılmıştır. )
Özellikle Tüze(Hukuk) alanındaki FaRkLaR'a şu adresten
[ www.FaRkLaR.net/tuze | www.FaRkLaR.net/sozluk/fark/51106 ] ve
sözcükler ve kavramlar arasındaki dizinlenmiş onbinlerce farka,
FaRkLaR Kılavuzu'ndan [ www.FaRkLaR.net ]
sürekli ulaşabilirsiniz...