"Sınır" sözcüğünü, şu dönemin, ancak kısa yazı "okuyucuları" için sınırlanmış olması gerektiğinin bilinci ve kabulüyle başlatayım fakat değinilmesi gereken başlıkların paylaşımı için "çerçeve"(lendirme) sözcüğünü kullanmayı yeğleyerek başlayalım, sınırlara olan yolculuğumuza.
Varolan(lar)ın dikkate alınmasıyla başlamak durumundayız,
herhangi bir sınırdan ve/veya "sınır" kavramından bahsedeceksek.
Evrendekileri ve kendimizi, duyularımızla, daha çok da dokunabildiklerimiz, görebildiklerimiz üzerinden algılamaya başladığımızı ve düşünebilmeyi becerebildiğimizi göz önünde bulundurursak, bir şeyin varoluşunun dibinde ve/veya öteki ucunda, "yokluk" ile de en belirleyici olan ve olması gereken sınır(lar)ımızı da anımsamak zorundayızdır. Varoluşumuzun, kısa sürede yok olmaması, yani sürekliliği için de bir hareket alanını, bir aralığı belirlemek ve kabul etmek durumundayızdır.
Dünyanın dörtte üçünün sudan oluştuğunu göz önünde bulundurarak, sudan/denizden arta kalan dörtte birlik kara/katı arasındaki fark(lar), aralık ve eşik(ler), bize, ilk ve en öncelikli ayrımlardan birini göz önünde bulundurmamız gerektiğini sürekli olarak anımsatır. Denizden sonraki noktada da yolların tükendiği uclar ve uçurumlar, tekrar gösterir ve anımsatır, sınır(lar)ın var olduğunu.
Buradan da gövdemize geçerek devam edelim ilk sınırlarımızı keşfetmeye ve/veya anımsa(t)maya. Varoluşumuzun ilk fiziksel/"kaba" göstergesi olan gövdemizin bütünselliğinde de kendiyle birlikte çeşitli sınırlar bulunmaktadır. Öncelikle, için, dıştan ayrılması, korunması, bütünlüğü ve varoluşunun sürekliliği için gerekli geçiş aralıkları, (yarı/az/çok) (")denetimli/denetimsiz(") giriş ve çıkış sınırları/eşikleri/kapıları/delikleri kullanılmaktadır. Göz kapaklarımız ve dudaklarımız da için dışla olan sınırında, ilk ve en işlevsel olanlarıdır. Bunların ve öteki doku, kas, sinir ve sınır olanaklarımızın yönetimi, bazı/belirli dönem, yaş, bilinç ve koşulların gerçekleşmesinde saklıdır ve bir o kadar da zorunludur. Bir çocuğun tuvalet eğitimi, 30 aylık [2.5 yaş] dönemindeki doğal/fizyolojik gelişimindeki sınırından sonra geçerlidir ancak. Bu eşikten önceki beklenti ve zorlamalar ise ilkokul öğrencisini, birkaç zekâ belirtisinden dolayı üniversiteye göndermek gerektiğini düşünmek kadar güdük/olanaksız bir yaklaşım ve beklentidir.
Bunun gibi binlerce örnek, fiziksel alanda verilebileceği gibi milyonlarcası da zihinsel alanda verilebilir. Felsefe ve bilim alanındaki sorgulamalar, araştırmalar ve çalışmalar, ileri seviyelere de ulaşmıştır ve devam da edecektir. Bugüne kadar, tüm alanlardaki çalışmaların süreç ve sonuçlarında/n elde ettiğimiz veri ve bilgilerin, bireysel olarak her birimizde aranması ve bulunması gereken karşılıkları ise bu bilgileri, uygulama alanlarına, kendimize ve bilgelik seviyesine çekmemizi gerektirmesidir.
Sınırlarını bilemeyeceğimiz kadar geniş/derin ve "duyu/algı/fizik/gövde sınırlı" yaşamımızdaki en önemli aracımız olan aklın, dış sınırlarının, mekânda olduğunu gördüğümüz gibi, eşikte, "kendimiz"le birlikte ve/veya [hem, hem de | ne, ne de] kendimizden ayrı olan, "bilinç" olmak üzere bir de iç sınır(lar)ı bulunmaktadır. O sınır da zamandır ve ancak AN'(lar/da)dır. Yaşamı, yaşam; bizi, biz yapan tek gerçeklik ise, AN'da, [-AN'ı algılamaya/paylaşmaya en yakın ve geliştirilmiş tanım olarak da şunu kullanabiliriz- "AN'ın, AN'a geçtiği AN'daki AN"], AN'daki yaşanılanların farkında olabildiklerimizde, içini/dışını, tüm çevresini ve sınırlarının farkındalığıyla deneyimlene(bile)n her bir AN'ımızda(kilerle) yaşanabilmesidir.
Zaman ve zeminle birlikte kendimizi gerçekleştirmenin, uygulama alanına geçmemizi sağlayacak öncelikli koşulların başında da, ortak alanlarda, çeşitli koşul ve olanaklarda, özgürlük ve adâlet[< rızâ < bilgi/haber] temelli bir etkileşim ve ilişki yapısını gerçekleştirebilmemiz, davranış ve tutumlarımızdaki özen aracılığıyla birbirimize göstereceğimiz saygı ve sınırlardan geçmektedir.
Bugüne kadarki tüm filozof, biliminsanı ve sanatçıların ayrı ayrı görüş ve katkılarının yanısıra, üzerinde uzlaştıkları/uzlaşabilecekleri tek nokta, Kendimizi Tanımak'tır. Kendimizi tanımanın en öncelikli koşullarından biri de kendimizi, ancak ve ancak sınır(landırma)larımızda tanım(lam)ayla olanaklı kılınabileceğidir.
Bir şey ki, yapmasan da olur... YAPMA!
Bir şey ki, söylemesen de olur... SÖYLEME!
[ Bir şey ki, yemesen de olur... YEME!
Bir şey ki, içmesen de olur... İÇME! ]
Bir şey ki, söylemesen de olur... SÖYLEME!
[ Bir şey ki, yemesen de olur... YEME!
Bir şey ki, içmesen de olur... İÇME! ]
Bunların da çeşitli örneklerini verebilecek olmamızın yanı sıra ve ötesinde, tüm çözümlerin ve sürekliliğin, "Evet"lerimizden önce, "Hayır!"larımızda olduğunu, irâde'mizden[yapma bilgisi/isteğinden] önce ihtiyâr'ımızda[< Hayır!][yapmama bilgisi/isteği] yattığını anımsamamız yeterlidir. Bunu sağlamak üzere de yapacağımız herhangi bir işte, söyleyeceğimiz herhangi bir sözde, hız yapmadan ve yapılacak işe, söylenilecek söze özen göstermenin önemi, yani önceliği ve sınırı yatmaktadır.
Bir başkasının sınırının başladığı yerde, bizim sınırımızın bittiğini/başladığını anlayarak ve anımsayarak, ötekinin haklarının söz konusu olduğu yerde, kendi haklarımızın korunması için kendimizi, kendi bilinç, vicdan ve sorumluluklarımızla sınırlamamız gerektiğinin bilgi ve bilinciyle, uygulamasıyla başlamaktadır her şey.
"Yasak" olarak tanımlanan uygulamaların, öncelikle, ortak alanda birer yaşama kuralı ve sınırlandırması olduğunu, bu sınırlandırmalar olmadan hiçbir yolun oluşamayacağını ve herhangi bir paylaşımın gerçekleşemeyeceğini anlayarak, sınırlandırmaları, "küçük/geçersiz/gereksiz" gö(ste)rmenin, "kişisel haz ve çıkarlar"ın "önde tutulması" yönünde gösterilecek "tepkilerin", tamamen karşılıksız ve çocukça olduğunu da anlamak ve anımsamak gerekmektedir.
Kişinin, "istediği" "her" zaman, zemin ve koşulda, çevresin(dekiler)i dikkate almaksızın "küfür etmeyi/edebilmeyi istemesi ve bunu bir hak görmesi"; bir başkasının okuması için hangi ortamda/"hızda" olursa olsun tüm yazdıklarında, dilin en temel kurallarını bile yerine getirmeye özenmemesi, hatta bozmaya çalışması; "istediği reklâmı/görseli, istediği yönde, kişileri ve toplumu sömür(t)ecek aracı[çocuğu/ünlüyü] ve yöntemi kullanması"; "sigara/puro/pipo/nargile vs." yakarak çevresini rahatsız etme hakkı olduğunu zannetmesi; evsizlerin, engellilerin, yayaların, yaşlıların, kadınların, çocukların ve tüm âcizlerin haklarının teslim edilmemesi; hayvanların, mal, kaynak ve köle olarak kullanılmalarının ve tüketilmelerinin, yaşam haklarının, "beslenme ya da çeşitli boş/karşılıksız bahanelerle" "insan"ın ve kişilerin kendi kararıyla sağlandığı/sağlanabileceği yönündeki gericiliğinin ve daha nice temel hak ve özgürlüklerin, kendini sınırlandırmama keyfiyetinden ve çıkarcılığından geldiğini kabul etmeyişinin bedellerini de her birimiz, doğrudan ve/veya dolaylı olarak, ayrı ayrı ve tekrar tekrar ödemek zorunda bırakılıyoruz maalesef. Ve bunun en büyük nedeni de, kendi haklarımıza, ne devlet olarak, ne de bireysel olarak sahip çıkmamamızdan kaynaklanıyor. Boş bulunan arazide de densizlikler ve densizler cirit atıyor. Bireyler, bilinçlendirilmediği ve zorlanmadığı, kişilerin kendi sınırlarını kendileri koymaları gerektiğini anlamak zorunda bırakılmadıkları sürece ve kendilerine sınır koyamayanlara, sınır koymadığımız, hadlerini bildirmediğimiz sürece de başımıza gelecekler ve düzensizlik ("düzeni") değişmeyecektir maalesef.
Bir haksızlık gördüğünüzde, önce elinizle;
gücünüz yetmiyorsa, dilinizle engel olmaya çalışın.
O da olmuyorsa, kalbinizle buğz edin.
O da olmuyorsa, kalbinizle buğz edin.
Birinin, birine, kişilerin ve/veya toplumun, çevrenin yararına olan, hız, gürültü, kirlilik vb. yapmayabileceği bir şeyi söylemesi/uyarması/istemesi durumunda, "karışmak" sözcüğünün kullanılamayacağını, "karışma"nın, ancak, bir başkasına, ne yapmasını istediğini söyleme durumunda geçerli olduğunu da bilememesi, -çok çeşitli ikincil nedenleri olabileceği gibi- birincil olarak, bunu "anlayamayacak" kadar çıkarcı ve dayatmacı olmasından kaynaklanmaktadır.
Aynı durumların geçerliliği, ilişki ve paylaşımlarımızdaki en öncelikli alanımız ve aracımız olan dilimiz için geçerli olduğudur. Öncelikle, kendi zihnimiz ve dilimiz arasında kurmamız gereken bütünselliğin ve göstereceğimiz özenin, ilişkilerimizde, yaşamımızın tüm parçaları ve bütünselliğinde, çevremizle, kişilerle olan etkileşim ve kurduğumuz iletişimlerde de oluşturmamız gerektiğini anımsamak durumundayız. Bunun için de, anlık ve keyfî karar ve tutumların, bağlayıcı, zorlayıcı ve dayatmacı sonuçların oluşturulmaması gerekmektedir. Bu noktada, ayağımızın en kolay kaydığı alan, dilimiz ve yanlış/yetersiz "kullandığımız" fakat kullanmayabileceğimiz, devam ettirmeyebileceğimiz ve sınırlandırabileceğimiz söz(cük)lerimizdir.
Her şey, her şeyle,
dolaylı olarak "bağlantılandırılabileceğinden";
dolaylı olarak "bağlantılandırılabileceğinden";
hiçbir şeyin, hiçbir şeyle,
doğrudan bağlantılandırılamayacağıyla
doğrudan bağlantılandırılamayacağıyla
başlar her şey!
---------------------------------------------------------------------
Ne ki var, zihninde... Aynı var dilinde!
Ne ki var, dilinde... Aynı var zihninde!
Ne ki var, dilinde... Aynı var zihninde!
Fiziksel sınırlarımızla birlikte, zihinsel ve zihnin uzantısı/yansıması olan dilsel sınırlamalarımızın gereğini de kavramlar ve sözcükler üzerinden işlemek ve sürekli uygulamada tutmak gerekiyor. Sözlerimizin ve (")kullandığımız(") sözcüklerimizin olumlu/olumsuz etkilerini ve sınırlarını da iyi takip etmenin önemi(önceliği), tüm ilişkilerimizin süreç ve sonuçları açısından, en belirleyici/üst noktada ve sınırlarda bulunuyor. Sözcükler ve kavramlar arasındaki incelikleri, çeşitli sözlüklerden ve karıştırılmaması gereken noktalarını, özellikle de FaRkLaR Kılavuzu'ndan [ www.FaRkLaR.net ] inceleyebilirsiniz...
SINIR kavramının, işlenebilecek çok çeşitli ayrıntıları daha olmakla birlikte, öncelikli olarak birkaç yakın, doğrudan ya da dolaylı kavramla karıştırılmaması gerekmekle birlikte, konunun ayrıntılarını daha da derinleştirmek üzere yararlanılabilir.
SINIR ile şunlar karıştırılmamalı ve/veya yeri geldiğinde, doğrudan ya da dolaylı olarak ilişkilendirilebilmelidir.
- SINIR ile/ve/değil/yerine/<> EŞİK
- SINIR ile/ve/değil/yerine/<> DİP
- SINIR ile/ve/değil/yerine/<> UC
- SINIR ile/ve/değil/yerine/<> ARALIK
- SINIR ile/ve/değil/yerine/<> AYRIM
- SINIR ile/ve/değil/yerine/<> ÇARE
- SINIR ile/ve/değil/yerine/<> ÇERÇEVE
- SINIR ile EN
- SINIR ile İLK
- SINIR ile KOTA
- SINIR ile/ve KUŞATMA
- SINIR ve/<> MERKEZ/ÇEKİRDEK
- SINIR ile/ve/<> MİLÂD
- SINIR ile/ve/<> MİLÂD
- SINIR ile MUTLAK
- SINIR ile/ve ÖTEKİ
- SINIR ve/> SÜREKLİLİK ve/> TÜREV ve/> TÜMLEV(İNTEGRAL)
- ÂDÂB ile/ve/<> SINIR
- AHLÂK ile/ve/<> SINIR
- EDEB ile/ve/<> SINIR
- AKLIN: DIŞ SINIRI ile/ve İÇ SINIRI
- AHLÂK ile/ve/<> SINIR
- EDEB ile/ve/<> SINIR
- AKLIN: DIŞ SINIRI ile/ve İÇ SINIRI
( Mekân. İLE/VE Zaman. )
- BELİRLEME ile/ve SINIRLAMA
- BİRLİK ile/ve/<> SINIR/HADD/DEN
- DAYATMA ile/ve/değil/yerine SINIRLAMA
- DEVİM/DİNAMİK ile/ve SINIR
- DORUK/ZİRVE ile SON SINIR
- DOYMAK(SINIRA GELMEK) ile/yerine GEREKSİNİM DUYDUĞUN KADARINI ALMAK
- "ENGELLEMEK" ile/değil/yerine SINIRINI/HADDİNİ BİLDİRMEK
- GENELLEME ile/ve/değil SINIRLAMA
- HAD ile ÇAP
- HÂDD ile HADD[çoğ. HUDÛD] ile HADD ile HADD ile HÂD[Fars.] ( Keskin. | Sivri. | Dar. | Sert, etkili, tesirli. | Ekşi. | Azgın ve iltihaplı çıban/yara/hastalık. | Gergin. İLE Sınır, iki devlet toprağının birleştiği yer, kenar. | Derece. | Gerçek değer. | Şeriatçe verilen ceza. | Bir önermede konu ile yüklemden her biri, terim. | Cebirde oran/tenasüp ya da denklem/muadeleyi oluşturan bölümlerden her biri. | Bir şeyin sonu. İLE Denizden gelen gürültülü ses. | Gürültü ile yıkılan. | Gürültülü bir sesle çağıran. İLE Yanak. | Yeri yarma, yeri kazma. İLE Çaylak. )
- HAT ile HAD
- HAD ile ÖLÇÜ
- HAD ile HARAM
- HAD ile MATLA[< TULÛ | çoğ. MATÂLİ']
- HAD ile TERK
- HADD-İ TÂM(MÂHİYET) ile/ve HADD-İ NÂKIS ile/ve RESM-İ TÂM ile/ve RESM-İ NÂKIS
( Tam tanım.(yakın(karib) cins + yakın fasıl)(İnsan düşünen canlıdır). İLE/VE Eksik tanım.(uzak(baid) cins + yakın fasıl)(İnsan düşünen cisimdir). İLE/VE Tam tanıtım.(yakın(karib) cins + gerekli özellik)(İnsan gülen canlıdır). İLE/VE Eksik tanıtım.(uzak(baid) cins + gerekli özellik)(İki ayak üzeri yürüyen, tırnakları geniş, tüysüz/kılsız, dik yürüyen, tab'an gülen) )
- HAZ ile/ve/<>/< HAD
- "HADDİNİ AŞMAK" ile ÇIĞRINDAN ÇIKMAK
- HADDİNİ BİLMEK ile HAKKINI BİLMEK
- HADDİNİ BİLMEK ile HESABINI BİLMEK
- HADDİNİ BİLMEK ile ACZİNİ BİLMEK
- HAREKET ve KEMÂL/SINIR
- HÂDD ile HADD[çoğ. HUDÛD] ile HADD ile HADD ile HÂD[Fars.] ( Keskin. | Sivri. | Dar. | Sert, etkili, tesirli. | Ekşi. | Azgın ve iltihaplı çıban/yara/hastalık. | Gergin. İLE Sınır, iki devlet toprağının birleştiği yer, kenar. | Derece. | Gerçek değer. | Şeriatçe verilen ceza. | Bir önermede konu ile yüklemden her biri, terim. | Cebirde oran/tenasüp ya da denklem/muadeleyi oluşturan bölümlerden her biri. | Bir şeyin sonu. İLE Denizden gelen gürültülü ses. | Gürültü ile yıkılan. | Gürültülü bir sesle çağıran. İLE Yanak. | Yeri yarma, yeri kazma. İLE Çaylak. )
- HAT ile HAD
- HAD ile ÖLÇÜ
- HAD ile HARAM
- HAD ile MATLA[< TULÛ | çoğ. MATÂLİ']
- HAD ile TERK
- HADD-İ TÂM(MÂHİYET) ile/ve HADD-İ NÂKIS ile/ve RESM-İ TÂM ile/ve RESM-İ NÂKIS
( Tam tanım.(yakın(karib) cins + yakın fasıl)(İnsan düşünen canlıdır). İLE/VE Eksik tanım.(uzak(baid) cins + yakın fasıl)(İnsan düşünen cisimdir). İLE/VE Tam tanıtım.(yakın(karib) cins + gerekli özellik)(İnsan gülen canlıdır). İLE/VE Eksik tanıtım.(uzak(baid) cins + gerekli özellik)(İki ayak üzeri yürüyen, tırnakları geniş, tüysüz/kılsız, dik yürüyen, tab'an gülen) )
- HAZ ile/ve/<>/< HAD
- "HADDİNİ AŞMAK" ile ÇIĞRINDAN ÇIKMAK
- HADDİNİ BİLMEK ile HAKKINI BİLMEK
- HADDİNİ BİLMEK ile HESABINI BİLMEK
- HADDİNİ BİLMEK ile ACZİNİ BİLMEK
- HAREKET ve KEMÂL/SINIR
( Her hareket, kemâline erer/sonlanır. )
- HUDUT ile SINIR
- HUDÛD[< HADD] ile HUDÛD[< HADD]
( Sınırlar, uclar, bucaklar. İLE Yanaklar. | Yer kazmalar, yeri yarmalar. )
- İÇERİK ile/ve SINIR
( Sınırlarını tartış, onların gerçekten senin olup olmadığından emin ol. )
- İÇERME ile/ve/<> KAPSAMA
( İçine almak, içinde bulundurmak. | Bir şeyin, başka bir şeyin varoluşunu gerektirmesi, birinin ötekini ister istemez düşündürmesi. İLE/VE/<>
Sınırları içine başka konuları ya da anlamları alma durumu. )
( Bir kümenin/öbeğin/başlığın altında, belirli olan bir parçayı/üyeyi işaret etmek. İLE/VE/<>
Bir kümenin/öbeğin/başlığın altında, olası dışarıda kalmış/kalabilecek parçalarına/üyelerine işaret etmek. )
( İçtekileri işaret eder. İLE/VE/<>
Dıştaki çerçeveleyenin sınırlarını işaret eder. )
( İHTİVÂ ile/ve/<> ŞÜMÛL )
- KABULLER ile/ve/||/<> SINIRLAMALAR- İÇERME ile/ve/<> KAPSAMA
( İçine almak, içinde bulundurmak. | Bir şeyin, başka bir şeyin varoluşunu gerektirmesi, birinin ötekini ister istemez düşündürmesi. İLE/VE/<>
Sınırları içine başka konuları ya da anlamları alma durumu. )
( Bir kümenin/öbeğin/başlığın altında, belirli olan bir parçayı/üyeyi işaret etmek. İLE/VE/<>
Bir kümenin/öbeğin/başlığın altında, olası dışarıda kalmış/kalabilecek parçalarına/üyelerine işaret etmek. )
( İçtekileri işaret eder. İLE/VE/<>
Dıştaki çerçeveleyenin sınırlarını işaret eder. )
( İHTİVÂ ile/ve/<> ŞÜMÛL )
- KAVRAM/AK ile/ve SINIR/LAMAK
- KAVRAM/LAR ile/ve/<> SINIR KAVRAM/LAR
- KAVRAMIN: SONSUZLUĞU ile/ve/değil/<> SINIRLILIĞI
- KAVRAM ile/ve/<> SINIR
- KAYIT ile SINIR
- KISKANÇLIK: HALK ARASINDA ile SINIRLI/BELİRLİ BİR ÇEVREDE (/[eskiden] SARAYDA)
( İğne ucu gibidir. İLE Hançer ucu gibidir. )
- KOLESTROL'DE: İDEAL ile KABUL EDİLEBİLİR ile SINIRDA YÜKSEK ile YÜKSEK
( 180 altı. İLE 180 - 199 İLE 200 - 219 İLE 220 üstü. )
- KORNA değil/yerine IŞIK/SELEKTÖR/SİNYAL
( Yayalara korna çalınmaz! [araç sahipleri, rahat/sıcak arabalarının içinde, fren ve gaz ayaklarının altında, her türlü olanağa sahip olarak beklemeyi bilmeli/uygulamalıdırlar!]
İster bisiklet/motosiklet olsun, ister herhangi bir araç olsun, sokak aralarında ve kişilere hiçbir zaman ve koşulda korna çalınmaz!!! [özellikle görme engellilere ve yaşlılara!]
Kırmızı ışıkta ya da en ufak bir duraksamada çalınan kornaların gereksizliğini anlamış ve sürekli anımsıyor olmamız gerekir! [Çalınan kornanın da hiçbir şeyi değiştirmeyeceği, hızlandırmayacağını da!]
Kornalar otoyollarda, hızın ve gürültünün yüksek olduğu yerlerde, araçlar arasında kullanılmak üzere bir olanaktır. Ki otoyolda dahi, ışık/sinyal/selektör varken korna çalmak gereksiz/işlevsiz/anlamsızdır! )- LİMİT yerine SINIR
( Yayalara korna çalınmaz! [araç sahipleri, rahat/sıcak arabalarının içinde, fren ve gaz ayaklarının altında, her türlü olanağa sahip olarak beklemeyi bilmeli/uygulamalıdırlar!]
Kırmızı ışıkta ya da en ufak bir duraksamada çalınan kornaların gereksizliğini anlamış ve sürekli anımsıyor olmamız gerekir! [Çalınan kornanın da hiçbir şeyi değiştirmeyeceği, hızlandırmayacağını da!]
- MAKSİMUM yerine SONSINIR / EN FAZLA
- MERAK ile/ve SINIR
( İnsanın başına ne gelirse (sınırsız/kontrolsüz) meraktan gelir. )
( Merak ettiğin şeye ulaştıktan sonrasını merak etmiyorsan, merak etme! )
- MÜDAHALE ile/ve/<> SINIRLAMA
- MUKAYYET(BİTİMLİ/KAYITLI/SINIRLI) VARLIK ile GAYRİ-MUKAYYET VARLIK
( Kaydı, kayıttan âzâde olanlar anlar. )
- NİTELİK ile SINIR
- PLANLANMIŞ/LIK ile SINIRLANDIRILMIŞ/LIK
- ŞAŞIRTMA SAÇMA(LIK)LARI/SAFSATALARI: DEVEDE KULAK ile/ve/||/<> YA SİYAH, YA BEYAZ ile/ve/||/<>KANITLAMA ZORUNLULUĞU ile/ve/||/<> FELÂKET ÇIĞIRTKANLIĞI ile/ve/||/<> İMÂLI SORU ile/ve/||/<> ÇOK SORULU ile/ve/||/<> SINIRLI SEÇENEK
- SIFIR ile/ve/değil/yerine/||/<> SINIR
- SINIFLAMA ile/ve/= SINIRLAMA
- SINIR KAVRAMLAR ile/ve İLİŞKİSEL KAVRAMLAR
- SINIR KOYMAK ile/ve HAKİMİYET ALTINDA TUTMAK
- SINIR(LI/SIZ) ile SON(LU/SUZ)
- SINIRLAMAK ile/ve/<> "BAĞLAMAK"
- SINIRLAMAK ile/ve/<> BELİRLEMEK
- SINIRLAMAK ile/ve/<> DIŞTALAMAK
- SINIRLAMA ile/ve/<> BÖLÜMLEME
- SINIRLAMA ile/ve/<> ÇERÇEVELEME
- SINIRLAMA ile/ve/< İNDİRGEME
- SINIRLANDIRMA ile/ve (ÖZEL) YÖNLENDİRME
- SINIRLANDIRMA ile/ve/değil KAPSAMA
- SINIRLANDIRMA ile/ve/değil/yerine KONUMLANDIRMA
- SINIRLILIK ile/ve TEKRAR
- SINIRLI/LIK ile YETERSİZ/LİK
- SINIRLI ile/ve KAYNAĞI SINIRSIZDA OLAN SINIRLI
- SINIRLI ile/ve KISITLI
- SINIRLI ile SEÇMELİ
( Sınırlı olanın sıra ile acı ve haz verici olması zorunludur. )
- SINIRLI ile SONLU
- SINIRSIZ ile SINIRLANAMAYAN
- SINIRSIZ ile SONSUZ
( Mekânda. İLE Zamanda. )
( Bir gövdede odaklanmış, sonsuz olansınız. )
( Sonsuz, bölünemez. )
( Sonsuz, sonsuzdan büyük ya da küçük olamaz. )
( Sonsuzluk, nicelik değildir. )
- SIR ile/ve SINIR
- SONSUZ ile/ve SINIRLI SONSUZ
( ~ İLE/VE Pi sayısı. )
( Rasyonel. İLE/VE İrrasyonel. )
- SÖZCÜKLERDE/TERİMLERDE: KAYNAK ve/||/<>/> OLUŞ ve/||/<>/> SINIRLAMA ve/||/<>/> YAYILMA ve/||/<>/> YERLEŞME
- SINIR ile/ve GÜNEŞ SİSTEMİNİN SINIRLARININ ÖTESİ
- STRATOSFER ile STRATOPOZ[: Stratosferin üst sınırı.]
- TANIM(HADD) ile TANITIM(RESM)
- TANIM(HADD) ile TANIMLANAN(MAHDÛD)
- TANIMLAMA ile/ve/<> SINIRLAMA
- TANIM(HADD) ile TANITIM(RESM)
- TANIM(HADD) ile TANIMLANAN(MAHDÛD)
- TANIMLAMA ile/ve/<> SINIRLAMA
( Sınırlama doğal olmalıdır. Durumun ve kişinin kendisinin koyduğu kısıtlamalar fazla sıkı ya da fazla gevşek olduğu takdirde söz edilen doğallık duygusu hissedilemez. )
- VARLIK ile/ve SINIRLILIK
- YASAK ile/ve/değil/yerine SINIRLAMA/KISITLAMA
( Yürürlüğe giren yasa, bir "YASAK" koyma değildir! Toplum yaşamında ve kişiler arasında düzenin sağlanması, hakların korunması için ortak kullanım alanı kuralları uygulanmak zorundadır. Sigarayla ilgili düzenleme, insanların bulunmak zorunda/durumunda olduğu -kapalı ya da açık- ortamlarda sigara kullanıcılarının keyfî uygulamalarına izin vermemek üzerinedir. Bu durumdan rahatsız olan/olabilecek kişilerin haklarının korunması üzerine de bu tür kısıtlamalar getirilmesi gerekmiştir.
"YASAK" olarak ifade edilen durum, "sigara içme yasağı" değil belirli ortak kullanım alanlarında keyfî tutumda bulunulmasına engel olabilmek üzere ve çevrenin rahatsız edilmemesine yöneliktir. Doğrudan, genel bir "içmeme yasağı" getirilmemiştir.
"YASAK"[< YASA][yasaya/kanuna bağlı olan] sözcüğü ve kullanımının da, kişiler [içen-içmeyen, rahatsız olan/lar] arasında anlaşamamazlık/ihtilâf [ya da olası çatışma durumunda] toplum ve devlet tarafından kabul ve onay görmüş, uyumlu bir düzen sağlanabilmesi üzerine, gereken koşulların, yazılı ve tüzel(hukukî) bir karşılığının bulunması üzerinedir. Birlik ve bütünlüğü, sürdürülebilirliği sağlayabilmenin göstergesi ve dayanakçası olarak, "YASA" ve yasal gereklilik, işlevini yerine getirmek üzere uygulanmaktadır.
Kişi, kendi evinde istediği gibi [çırılçıplak] dolaşabileceği halde dışarıda/sokakta, ortak alanlarda dolaşamayacağı gibi. Bu durumu anlayan ve kabul edebilen tütün kullanıcıları, tütün ürünleri kısıtlamasının da bir uzlaşım ve çözüm gerektirdiğini rahatlıkla anlayacak ve kabul ediyor olacaklardır. )
( Yürürlüğe giren yasa, bir "YASAK" koyma değildir! Toplum yaşamında ve kişiler arasında düzenin sağlanması, hakların korunması için ortak kullanım alanı kuralları uygulanmak zorundadır. Sigarayla ilgili düzenleme, insanların bulunmak zorunda/durumunda olduğu -kapalı ya da açık- ortamlarda sigara kullanıcılarının keyfî uygulamalarına izin vermemek üzerinedir. Bu durumdan rahatsız olan/olabilecek kişilerin haklarının korunması üzerine de bu tür kısıtlamalar getirilmesi gerekmiştir.
"YASAK"[< YASA][yasaya/kanuna bağlı olan] sözcüğü ve kullanımının da, kişiler [içen-içmeyen, rahatsız olan/lar] arasında anlaşamamazlık/ihtilâf [ya da olası çatışma durumunda] toplum ve devlet tarafından kabul ve onay görmüş, uyumlu bir düzen sağlanabilmesi üzerine, gereken koşulların, yazılı ve tüzel(hukukî) bir karşılığının bulunması üzerinedir. Birlik ve bütünlüğü, sürdürülebilirliği sağlayabilmenin göstergesi ve dayanakçası olarak, "YASA" ve yasal gereklilik, işlevini yerine getirmek üzere uygulanmaktadır.
- YASAK ile/ve/değil/yerine/||/<> SINIRLILIK/KISITLILIK
( Kişi, özellikle başkalarını yönettiği koşullarda, amacına ulaşmak için kendinin kabullenemeyeceği sınırlamaları başkalarına uygulamamalıdır. Eğer duruma uyan, ama özgürlüğü de sınırlamayan sınırlar konulabilirse büyük başarılar elde etmek olanaklıdır. )
- YOK/LUK değil/yerine SINIRLANAMAZ/LIK
------------------------------------------
- ZAAF ile/ve/değil/yerine SINIR(LAMA)
------------------------------------------
Sözlüklerde SINIR...
TÜRKÇE SÖZLÜK...
[< Yun. SİNORON]
1. İki komşu devletin topraklarını birbirinden ayıran çizgi, hudut.
2. Komşu, il, ilçe köy ya da kişilerin topraklarını birbirinden ayıran çizgi.
3. Bir şeyin yayılabileceği ya da genişleyebileceği son çizgi, uc.
4. Uc, son.
(EYUBOĞLU) ETİMOLOJİ...
Yun. Sinoron (komşu, yanyana oturan, yakın duran)dan, Sinor > SINIR
Anadolu Türkçesi'ne, Anadolu'da konuşulan, Rumca'dan ses değişikliğine uğrayarak geçti.
Halk ağzında sinor da denilir.
Ar. HADD, Fars. MERZ, Lat. FINES, İng. LIMIT, Fr./İt./İsp. LIMITE, Alm. GRENZE
HADD:
1. Sınır, iki devlet toprağının birleştiği yer, kenar.
2. Derece.
3. Gerçek değer.
4. Şeriatçe verilen cezâ.
5. [Mantık] Bir önermede konu ile yüklemden herhangi biri, terim.
6. [Matematik] Cebirde oran(tenâsüp) ya da denklemi(muâdele) meydana getiren kısımlardan her biri.
7. Bir şeyin sonu.
8. Bir şeyin keskin olan yeri, ağzı.
HADD-İ ASGAR: [mantık] Küçük önerme.
HADD-İ ASGARÎ TE'SÎR: [Psik.] Uyarım eşiği.
HADD-İ A'ZAMÎ: En büyük, en yüksek derece.
HADD-İ BÜLÛĞ: Ergenlik çağı.
HADD-İ CENÛBÎ: [top.] Herhangi bir arâzî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en güneyinde bulunan re'si, yani nîrengi noktası.
HADD-İ EKBER: [mantık] Büyük önerme.
HADD-İ EVVEL: [mat.] Herhangi bir riyâzî düsturda birbirinden zâit nâkıs işâretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan birincisi.
HADD-İ EVSAT: [mantık] Orta terim.
HADD-İ FÂSIL: İki bölgeyi birbirinden ayıran sınır.
HADD-İ GARBÎ: [top.] Herhangi bir arâzî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en batısında bulunan re'si, yani nîrengi noktası.
HADD-İ HAKÎKÎ: [mantık] Bir terimin esas târifi.
HADD-İ İCÂZ: Fasâhat'ın mûcize derecesinde olanı.
HADD-İ İMKÂN: Mümkün olma hududu.
HADD-İ İSTİÂBÎ: Kapsam, içine alma, kapasite.
HADD-İ İ'TİDÂL: Mâkul, ılımlı derece.
HADD-İ İTTİSÂL: Bitişme haddi, noktası.
HADD-İ KAT'İ TARÎK: [hukuk] [eskiden] Yol kesicilikte bulunan bir şahıs ya da birçok kişi hakkında cinâyetlerine göre îcâbeden ukûbet.
HADD-İ KAZF: [hukuk] [eskiden] Bir muhsin ya da muhsineye, yani mükellef hür, zinâdan afif bir kimseye dâr-ı İslâm'da zinâ isnâdeden mükellef bir şahıs hakkında îcâbeden ukûbettir ki, mikdarı hadd-i şürb gibidir.
HADD-İ KEMÂL: Olgunluk hâli.
HADD-İ KİFÂYE: Yeterlik derecesi.
HADD-İ KUSVÂ: Son sınır.
HADD-İ LAFZÎ: Kelime tarifi, anlamı.
HADD-İ LÂYIK: Tam derece, değer.
HADD-İ MA'RÛF: Normal kabul edilen bir sınır.
HADD-İ MÜNTEHÂ: Son nokta.
HADD-İ MÜŞTEREK: Ortak derece.
HADD-İ RESMÎ: Tam tarif.
HADD-İ SÂLİS: [mat.] Herhangi bir riyâzî düsturda birbirinden zâit nâkıs işâretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan üçüncüsü.
HADD-İ SÂNÎ: [mat.] Herhangi bir riyâzî düsturda birbirinden zâit nâkıs işâretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan ikincisi.
HADD-İ SEKR: [hukuk] [eskiden] Şerâitini câmî bir sirkatten dolayı muayyen uzvun kesilmesi sûretiyle tatbik edilen bir cezâ.
HADD-İ SEYF: Kılıcın keskin yeri, ağzı.
HADD-İ ŞARKÎ: [top.] Herhangi bir arâzî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en doğusunda bulunan re'si, yani nîrengi noktası.
HADD-İ ŞER'Î: Şerîate uygun olarak verilen cezâ.
HADD-İ ŞİMALÎ: [top.] Herhangi bir arâzî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en kuzeyinde bulunan re'si, yani nîrengi noktası.
HADD-İ ŞÜRB: [hukuk] [eskiden] Az ya da çok mikdarda bilihtiyâr "hamr" içilmesinden dolayı îcâbeden ukûbet. [Sekîr vermiş olsun olmasın, bu ukûbet hür/hürre hakkında 80, köle hakkında 40 celdedir.][CELD: Kamçı ile vurma ya da derisine dokunma.]
HADD-İ TA'BÎR: Tasvîr ve anlatma derecesi, gücü.
HADD-İ TE'DÎB: Şerîata göre cezâ, dayak derecesi.
HADD-İ VASAT: Orta.
HADD-İ ZÂTİNDE: Zâten, esâsen, yaradılışta, aslında, oluşunda.
HADD-İ ZİNÂ: [hukuk] [eskiden] Şerâiti dâhilinde vâkı ve sâbit olan zinâdan dolayı mürtekibi hakkında tatbik edilecek ukûbettir ki, ya celd ya da recim sûretiyle olur.
BÎ-HADD: Hesapsız, sınırsız.
FEVK-AL-HADD: Pek çok.
SER-HADD: Sınır.
--------
HADD:
1. Denizden gelen gürültülü ses.
2. Gürültü ile yıkılan.
3. Gürültülü bir sesle çağıran.
---------
HADD:
1. Yanak. [LÂLE-HADD: lâle(al) yanaklı. bkz. İZÂR, RUH] [HADD-İ AZRÂ(Kız yanağı): Kûfe şehri.]
2. Yeri yarma, kazma.
REDHOUSE...
LIMIT: Son, had, uc.
Bir niceliğin hiçbir zaman erişemeden aralıksız olarak yaklaştığı başka nicelik.
LIMIT: Sınır belirlemek, kısıtlamak, sınırlandırmak, kuşatmak, hasretmek, munhasır kılmak.
LIMITABLE: Sınırlanabilir.
LIMITED:
Sınırlı, kısıtlı, az, sayılı; çevrilmiş; parçalı; ekspres tren.
Sınırlı sorumlu.
AMERICAN HERITAGE...
LIMIT:
1. The point, edge or line beyond which something cannot or may not proceed.
2. The boundary surrounding a specific area; bounds.
3. Something that confines or restricts.
4. The greatest amount or number allowed.
5. In games of chance, the largest amount which may be bet at one time.
6. Math. A number or point k that i approached by a function f(x) as x approaches a if, for every positive number E, there exists a number 8 such that [f(x)-k]<E if 0<[x-a]<8.
7. Informal. One that approaches or exceeds certain limits, as of credibility, forbearance, or acceptability.
Synonyms:
Limit, restrict, confine, circumscribe, bound.
TÜRKÇE SÖZLÜK...
[< Yun. SİNORON]
1. İki komşu devletin topraklarını birbirinden ayıran çizgi, hudut.
2. Komşu, il, ilçe köy ya da kişilerin topraklarını birbirinden ayıran çizgi.
3. Bir şeyin yayılabileceği ya da genişleyebileceği son çizgi, uc.
4. Uc, son.
(EYUBOĞLU) ETİMOLOJİ...
Yun. Sinoron (komşu, yanyana oturan, yakın duran)dan, Sinor > SINIR
Anadolu Türkçesi'ne, Anadolu'da konuşulan, Rumca'dan ses değişikliğine uğrayarak geçti.
Halk ağzında sinor da denilir.
Ar. HADD, Fars. MERZ, Lat. FINES, İng. LIMIT, Fr./İt./İsp. LIMITE, Alm. GRENZE
HADD:
1. Sınır, iki devlet toprağının birleştiği yer, kenar.
2. Derece.
3. Gerçek değer.
4. Şeriatçe verilen cezâ.
5. [Mantık] Bir önermede konu ile yüklemden herhangi biri, terim.
6. [Matematik] Cebirde oran(tenâsüp) ya da denklemi(muâdele) meydana getiren kısımlardan her biri.
7. Bir şeyin sonu.
8. Bir şeyin keskin olan yeri, ağzı.
HADD-İ ASGAR: [mantık] Küçük önerme.
HADD-İ ASGARÎ TE'SÎR: [Psik.] Uyarım eşiği.
HADD-İ A'ZAMÎ: En büyük, en yüksek derece.
HADD-İ BÜLÛĞ: Ergenlik çağı.
HADD-İ CENÛBÎ: [top.] Herhangi bir arâzî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en güneyinde bulunan re'si, yani nîrengi noktası.
HADD-İ EKBER: [mantık] Büyük önerme.
HADD-İ EVVEL: [mat.] Herhangi bir riyâzî düsturda birbirinden zâit nâkıs işâretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan birincisi.
HADD-İ EVSAT: [mantık] Orta terim.
HADD-İ FÂSIL: İki bölgeyi birbirinden ayıran sınır.
HADD-İ GARBÎ: [top.] Herhangi bir arâzî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en batısında bulunan re'si, yani nîrengi noktası.
HADD-İ HAKÎKÎ: [mantık] Bir terimin esas târifi.
HADD-İ İCÂZ: Fasâhat'ın mûcize derecesinde olanı.
HADD-İ İMKÂN: Mümkün olma hududu.
HADD-İ İSTİÂBÎ: Kapsam, içine alma, kapasite.
HADD-İ İ'TİDÂL: Mâkul, ılımlı derece.
HADD-İ İTTİSÂL: Bitişme haddi, noktası.
HADD-İ KAT'İ TARÎK: [hukuk] [eskiden] Yol kesicilikte bulunan bir şahıs ya da birçok kişi hakkında cinâyetlerine göre îcâbeden ukûbet.
HADD-İ KAZF: [hukuk] [eskiden] Bir muhsin ya da muhsineye, yani mükellef hür, zinâdan afif bir kimseye dâr-ı İslâm'da zinâ isnâdeden mükellef bir şahıs hakkında îcâbeden ukûbettir ki, mikdarı hadd-i şürb gibidir.
HADD-İ KEMÂL: Olgunluk hâli.
HADD-İ KİFÂYE: Yeterlik derecesi.
HADD-İ KUSVÂ: Son sınır.
HADD-İ LAFZÎ: Kelime tarifi, anlamı.
HADD-İ LÂYIK: Tam derece, değer.
HADD-İ MA'RÛF: Normal kabul edilen bir sınır.
HADD-İ MÜNTEHÂ: Son nokta.
HADD-İ MÜŞTEREK: Ortak derece.
HADD-İ RESMÎ: Tam tarif.
HADD-İ SÂLİS: [mat.] Herhangi bir riyâzî düsturda birbirinden zâit nâkıs işâretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan üçüncüsü.
HADD-İ SÂNÎ: [mat.] Herhangi bir riyâzî düsturda birbirinden zâit nâkıs işâretlerinden biriyle ayrılmış parçalardan ikincisi.
HADD-İ SEKR: [hukuk] [eskiden] Şerâitini câmî bir sirkatten dolayı muayyen uzvun kesilmesi sûretiyle tatbik edilen bir cezâ.
HADD-İ SEYF: Kılıcın keskin yeri, ağzı.
HADD-İ ŞARKÎ: [top.] Herhangi bir arâzî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en doğusunda bulunan re'si, yani nîrengi noktası.
HADD-İ ŞER'Î: Şerîate uygun olarak verilen cezâ.
HADD-İ ŞİMALÎ: [top.] Herhangi bir arâzî üzerinde üç nîrengi noktasının teşkil ettiği üçgenin en kuzeyinde bulunan re'si, yani nîrengi noktası.
HADD-İ ŞÜRB: [hukuk] [eskiden] Az ya da çok mikdarda bilihtiyâr "hamr" içilmesinden dolayı îcâbeden ukûbet. [Sekîr vermiş olsun olmasın, bu ukûbet hür/hürre hakkında 80, köle hakkında 40 celdedir.][CELD: Kamçı ile vurma ya da derisine dokunma.]
HADD-İ TA'BÎR: Tasvîr ve anlatma derecesi, gücü.
HADD-İ TE'DÎB: Şerîata göre cezâ, dayak derecesi.
HADD-İ VASAT: Orta.
HADD-İ ZÂTİNDE: Zâten, esâsen, yaradılışta, aslında, oluşunda.
HADD-İ ZİNÂ: [hukuk] [eskiden] Şerâiti dâhilinde vâkı ve sâbit olan zinâdan dolayı mürtekibi hakkında tatbik edilecek ukûbettir ki, ya celd ya da recim sûretiyle olur.
BÎ-HADD: Hesapsız, sınırsız.
FEVK-AL-HADD: Pek çok.
SER-HADD: Sınır.
--------
HADD:
1. Denizden gelen gürültülü ses.
2. Gürültü ile yıkılan.
3. Gürültülü bir sesle çağıran.
---------
HADD:
1. Yanak. [LÂLE-HADD: lâle(al) yanaklı. bkz. İZÂR, RUH] [HADD-İ AZRÂ(Kız yanağı): Kûfe şehri.]
2. Yeri yarma, kazma.
REDHOUSE...
LIMIT: Son, had, uc.
Bir niceliğin hiçbir zaman erişemeden aralıksız olarak yaklaştığı başka nicelik.
LIMIT: Sınır belirlemek, kısıtlamak, sınırlandırmak, kuşatmak, hasretmek, munhasır kılmak.
LIMITABLE: Sınırlanabilir.
LIMITED:
Sınırlı, kısıtlı, az, sayılı; çevrilmiş; parçalı; ekspres tren.
Sınırlı sorumlu.
AMERICAN HERITAGE...
LIMIT:
1. The point, edge or line beyond which something cannot or may not proceed.
2. The boundary surrounding a specific area; bounds.
3. Something that confines or restricts.
4. The greatest amount or number allowed.
5. In games of chance, the largest amount which may be bet at one time.
6. Math. A number or point k that i approached by a function f(x) as x approaches a if, for every positive number E, there exists a number 8 such that [f(x)-k]<E if 0<[x-a]<8.
7. Informal. One that approaches or exceeds certain limits, as of credibility, forbearance, or acceptability.
Synonyms:
Limit, restrict, confine, circumscribe, bound.
[ Sürekli erişim ve paylaşım için...